← Previous · All Episodes · Next →
Hayatımda İz Bırakan Kahramanlarım ve Onların Beni Etkileme Biçimleri (Some Heroes) Episode 125

Hayatımda İz Bırakan Kahramanlarım ve Onların Beni Etkileme Biçimleri (Some Heroes)

· 18:39

|
"Paul Graham'ın 2008’de yazdığı bu makale, kişisel kahramanlar listesini paylaşıyor. Graham'ın kahramanları arasında futbolcu Jack Lambert, yazar Kenneth Clark, öğretmen Larry Mihalko, sanatçı Leonardo, bilgisayar bilimci John McCarthy ve Apple'ın efsanevi CEO'su Steve Jobs bulunuyor. Graham, bu insanların hepsinin aşırı derecede işlerine bağlı olduğunu ve son derece dürüst olduklarını belirtiyor. Bu yazı, okuyucuya ilham veren önemli figürlerin önemini ve etkisini anlamasına yardımcı oluyor.

---

# Hayatımda İz Bırakan Kahramanlarım ve Onların Beni Etkileme Biçimleri (Some Heroes)

Nisan 2008

Bugün sizlere, yazmayı çok sevdiğim ve özel tuttuğum bazı konulardan bahsetmek istiyorum. İşte bunlardan biri: kahramanlarımın listesi.

Bu listede, en çok takdir ettiğim insanların _n_ kadarını bulabileceğinizi iddia etmiyorum. Çünkü kim, böyle bir listeyi oluşturabilir ki? Hatta oluşturmak istese bile, herkesin beklentilerine uyması mümkün olmaz.

Örneğin, Einstein bu listede yer almıyor. Oysa o, takdir edilen insanların kısa listesinde yer almayı hak eden biri. Bir keresinde bir fizikçi arkadaşıma, Einstein'ın gerçekten de şöhretinin gerektirdiği kadar zeki olup olmadığını sordum, o da evet, gerçekten öyle dedi. Peki, Einstein neden bu listede yok? Çünkü ben sormak zorunda kaldım. Bu liste, işlerini anlasaydım beni etkileyecek olan insanları değil, zaten beni etkileyen insanları içeriyor.

Bu listeyi hazırlarken, birini düşünüp ""bu kişi benim kahramanım mı?"" diye sormak, benim için bir test gibiydi. Sıklıkla şaşırtıcı yanıtlar alıyordum. Örneğin, deneme türünün mucidi olduğu düşünülen Montaigne için yanıt 'hayır' çıktı. Neden mi? Birine kahraman demenin ne anlama geldiğini düşündüğümde, onun aynı durumda ne yapacağını düşünerek karar vermek olduğunu fark ettim. Bu, sadece hayranlık duymaktan çok daha katı bir ölçüt.

Listeyi hazırladıktan sonra, belirgin bir örüntü olup olmadığını görmek için baktım ve evet, çok net bir örüntü vardı. Listedeki herkesin iki özelliği vardı: işlerine son derece değer veriyorlardı ve son derece dürüstlerdi. 'Dürüst' derken, güvenilirlikten çok, izleyicinin ne istediğine göre hareket etmeyen, yani yalakalık yapmayan bir dürüstlükten bahsediyorum. Bu yüzden, her biri belirli ölçüde saklasa da, hepsi temelde başkaldırıcıdır.

**Jack Lambert**

Ben 1970'lerde Pittsburgh'da büyüdüm. Eğer orada yaşamadıysanız, Pittsburgh halkının Steelers takımına olan bağlılığını ve sevgisini hayal bile edemezsiniz. Şehirde, sürekli olumsuz haberler vardı. Çelik sektörü çöküşteydi. Ama Steelers, futbolun en iyi takımıydı - ve en önemlisi, bu durum şehrin kişiliğini adeta yansıtıyordu. Onlar gösteriş yapmaz, sadece işlerini yapar ve sonuç alırlardı.

Daha ünlü olan oyuncular da vardı: Terry Bradshaw, Franco Harris, Lynn Swann. Ama onlar hücumda oynarlardı ve hücum oyuncuları her zaman daha çok ilgi çeker. Ancak on iki yaşındaki bir futbol uzmanı olarak gözlemlediğim en iyi oyuncu Jack Lambert)'ti. Onu bu kadar iyi yapan şey, son derece kararlı ve durmaksızın mücadele eden bir oyun stiline sahip olmasıydı. Sadece iyi oynamakla yetinmez, oyunun her anını tüm varlığıyla yaşardı. Rakip takımdan bir oyuncunun topa sahip olması, onun için kişisel bir hakaret gibiydi.

1970'lerin Pittsburgh'un sakin banliyöleri oldukça monoton bir yerdi. Okul, sıkıcıydı. Büyük şirketlerde çalışan yetişkinler işlerini sıkıcı buluyordu. Kitle iletişim araçları aracılığıyla bize ulaşan her şey, hem birbirinin aynıydı hem de başka yerlerde üretilmişti. Jack Lambert ise bu resmin dışında kalıyordu. Onun gibi birini daha önce hiç görmemiştim.

**Kenneth Clark**

Kenneth Clark, hangi konuda olursa olsun, tanıdığım en iyi kurgusal olmayan yazardır. Sanat tarihinden bahseden çoğu insan aslında sanatı sevmez; bunu birçok küçük ayrıntıdan anlarsınız. Ancak Clark, sanatı gerçekten severdi. Hem zihinsel olarak, hem de lezzetli bir akşam yemeğini iple çektiğiniz gibi bir hisle.

Ancak onu gerçekten öne çıkaran şey, fikirlerinin olağanüstü kalitesi. Tarzı aldatıcı bir şekilde sade gibi görünse de, kitaplarında sanat monografilerinden oluşan bir kütüphaneden daha fazla bilgi bulabilirsiniz. ""The Nude"" kitabını okumak, bir Ferrari'de hız yapmak gibidir. Tam konfora alıştığınızı düşünürken, hızlanmanın verdiği şokla koltuğunuza yapışırsınız. Ayaklarınızı yerden kesen bu hız, sizi bir viraja girerken yana doğru savurur. Beyni, onları tam anlamadan hızla fikirler üretir. Bölümün sonunda, gözleriniz kocaman açılmış ve yüzünüzde kocaman bir gülümsemeyle, soluk soluğa kalırsınız.

Kenneth Clark, ""Uygarlık"" adlı belgesel serisi sayesinde kendi döneminin yıldızı olmuştu. Eğer sadece bir adet sanat tarihi kitabı okuyacaksanız, benim önerim kesinlikle ""Uygarlık"" olur.Bu kitap, Sanat Tarihi 101 dersi için zorunlu olarak satın alınan sıkıcı Sears sanat kataloglarından çok daha fazlası. 

**Larry Mihalko**

Hayatımızı değiştiren harika öğretmenlerin hikayeleri her zaman ilham vericidir. Benim hikayemdeki kahraman ise Larry Mihalko. Üçüncü ve dördüncü sınıf arasında keskin bir çizgi çeken bu öğretmen, benim bakış açımı tamamen değiştirdi.

Neden mi? İlk olarak, Larry son derece meraklı ve bilgiye aç bir insandı. Akıllı öğretmenlerim olmuştu, evet, ama onları zihinsel açıdan meraklı olarak nitelendiremezdim. Larry, bir ilkokul öğretmeni olarak bu durumun biraz yersiz olduğunu biliyordu, ama bu onun için bir engel değildi. Tam tersine, sınıfı bir macera dolu bir yer haline getirdi. Her gün okula gitmek benim için bir keyifti.

Larry'i diğerlerinden ayıran bir diğer özellik, bizi gerçekten sevmesiydi. Çocuklar bunu hemen anlar. Diğer öğretmenler en iyi ihtimalle tarafsızdır, ama Larry sanki gerçekten bizim dostumuz olmak istiyormuş gibi hissettirirdi. Dördüncü sınıfın son gününde, ağır bir okul pikabını çıkarıp bize James Taylor'ın ""You've Got a Friend"" şarkısını çaldı. Sadece ismimi anımsa ve nerede olursam olayım, hemen yanına gelirim. Maalesef 59 yaşında akciğer kanserinden hayatını kaybetti. Onun cenazesinde hiç ağlamamıştım.

**Leonardo**

Çocukken fark etmediğim bir şeyi, bir şeyler yaratırken öğrendim: Aslında en iyi eserler genellikle seyirci için değil, kendimiz için yapılıyor. Müzelerde görülen resimlere ve çizimlere bakar ve bunların sizin bakmanız için yapıldığını düşünürsünüz. Oysa çoğu zaman en iyi eserler, dünyayı keşfetmek için yapılmıştır, başkalarını memnun etmek için değil. Bu keşiflerin en iyileri, bazen sadece memnun etmek için yapılanlardan daha etkileyici oluyor.

Leonardo bir sürü şey yaptı. En hayranlık uyandıran yanı, birçok farklı ve etkileyici alanda çalışmış olması. Genellikle insanların aklına gelenler, tabloları ve uçan makineler gibi müthiş icatları oluyor. Bu durum, onun bir tür hayalperest olduğu ve roket gemilerini taslak halinde çizdiği gibi bir algıyı oluşturabilir. Ama aslında, birçok daha pratik teknik buluşları vardı. Mühendislik yeteneği, resim yeteneği kadar iyiydi.

Bana göre en etkileyici eserleri çizimleri. Bu çizimler, sanki daha çok dünyayı keşfetme amaçlı yapılmış gibi duruyor, yani sadece güzel bir şey yaratmak için değil. Ancak buna rağmen, tüm zamanların en muhteşem sanat eserleriyle dahi yarışabilirler. Kimse, ne ondan önce, ne de ondan sonra, kimse gözlemlemezken bu kadar başarılı olamadı.

**Robert Morris**

Robert Morris'in çok sıra dışı bir özelliği var: asla hata yapmıyor. Bu durumun, her şeyi bilmeyi gerektirdiğini düşünebilirsiniz ama aslında şaşırtıcı derecede basit. Eğer bir konuda tamamen emin değilseniz, hiçbir şey söylemeyin. Her şeyi bilmek zorunda olmadan, sonunda çok fazla konuşmamış olursunuz.

Daha doğru bir şekilde ifade etmek gerekirse, buradaki hile, söylediklerinizi nasıl nitelendirdiğinize dikkat etmektir. Robert, bu hileyi kullanarak, bildiğim kadarıyla, sadece bir kez hata yapmıştı ve bu hata da üniversite öğrencisiyken olmuştu. Mac ilk çıktığında, küçük masaüstü bilgisayarların hiçbir zaman gerçek 'hackerlık' işlemleri için uygun olmayacağını iddia etmişti.

Ama Robert'ın durumunda bunu bir taktik olarak adlandırmak haksızlık olur. Eğer bu bir taktik olsaydı, heyecan anında bir boşluk verirdi. Robert'ta bu özellik varoluşsal, yani doğuştan geliyor. Neredeyse insanüstü bir dürüstlüğe sahip. Sadece genel anlamda değil, ne kadar doğru olduğunu belirleme konusunda da doğruyu buluyor.

Hiç yanılmamak o kadar harika bir durum ki, herkesin bunu yapacağını düşünürsünüz. Bir fikir üzerindeki hatalara, fikre kendisi kadar dikkat etmek çok fazla ekstra çaba gerektirmiyor gibi görünüyor. Ama yine de neredeyse kimse bunu yapmıyor.Bir yazarın eserlerini okurken, onunla bir bağ kurmak, onun dünyasına adım atmak gibidir. Bu yüzden bugün sizlere, benim için özel bir yeri olan üç büyük yazardan bahsetmek istiyorum: **P. G. Wodehouse**, **Alexander Calder** ve **Jane Austen**.

**P. G. Wodehouse**, yazılım dünyasında Robert'le tanıştığımdan beri ne yapıyorsa, benim de aynısını yapmaya çalıştığım bir yazar. Wodehouse, kendi döneminde büyük bir roman yazarı olarak kabul görmek isteyen herkes için bir ilham kaynağı. Eğer yazdıkların popüler, eğlenceli veya komikse, hemen şüpheli duruma düşebilirsin. Ama Wodehouse, bu riski göze alarak, kendi istediği gibi yazmayı seçti. Ve bu, onu diğer yazarlardan ayıran en önemli özelliklerden biri.

**Alexander Calder**, beni her zaman mutlu eden bir sanatçı. Leonardo'nun eserleriyle kıyaslandığında belki ayakta kalamaz, ama Modernizm'in güzelliğini anlamamıza yardımcı olan ne varsa, Calder'ın eserlerinde de mevcut. Üstelik bu durumu, zahmetsiz gibi görünmesini sağlayarak. Modernizm, sıfırdan başlayıp, içten ve samimi bir şekilde şeyler yaratmayı amaçlıyordu. Bu durumdan en çok yararlananlar, çocuklar gibi saf bir özgüveni muhafaza edebilen sanatçılardı. Klee, birçok farklı tarzda çalışabilme yeteneği ile gerçekten etkileyiciydi. Ama ikisinden birini seçmem gerekirse Calder'ı tercih ederim, çünkü onun işleri daha neşeli hissettiriyor.

Son olarak, **Jane Austen**. Onu herkes takdir ediyor, benim adımı da o listeye ekleyin. Bana göre, o tüm zamanların en iyi roman yazarı. Onun romanlarında, işleyişin nasıl olduğunu göremiyorum. Gerçekten onun ne yaptığını ve nasıl yaptığını bilmek isterim, çünkü o çok yetenekli ki, hikayeleri uydurma gibi görünmüyor. Gerçekten yaşanmış bir şeyin tasvirini okuyormuşum gibi hissediyorum.

Bu üç büyük yazar, her biri kendi alanında benzersiz ve etkileyici. Onların eserlerini okurken, onlarla birlikte yol almak, onların dünyasında bir gezinti yapmak, benim için her zaman bir zevk olmuştur.Bazı insanlar vardır ki, onların yazdıklarını okurken, sanki büyülü bir dünyaya adım atmışsınız gibi hissedersiniz. İşte o kişilerden biri de **John McCarthy**. 

McCarthy, Lisp dilini ve yapay zeka alanını (ya da en azından terimini) yarattı. Aynı zamanda, bilgisayar bilimindeki iki öncü kurum olan MIT ve Stanford'un ilk üyeleri arasındaydı. Onun bu alandaki büyüklerden biri olduğuna kimse itiraz etmez. Ama benim için özel bir yeri var, çünkü onun Lisp ile olan ilişkisi gerçekten etkileyici.

Şimdi, bunun o zamanlar ne kadar büyük bir kavramsal atılım olduğunu anlamak kolay değil. Paradoksal bir şekilde, başarısının tam olarak farkına varılmasını zorlaştıran şeylerden biri de, bu başarısının büyüklüğü. Son 20 yılda ortaya çıkan neredeyse her programlama dili, Lisp'ten fikirler barındırıyor ve her yıl, en yaygın kullanılan dil daha da fazla Lisp'i andırıyor.

1958'de bu fikirler herkes için aşikar değildi. 1958'de programlama hakkında genelde iki tür düşünce vardı. Bazıları bunu matematik olarak görüyor ve Turing makineleri hakkında teoriler geliştiriyordu. Diğerleri ise, programlamayı bir şeyleri başarma yolunda bir araç olarak görüyor ve dillerini günün teknolojisinden fazlasıyla etkilenen bir şekilde tasarlıyordu. Yalnızca McCarthy, bu iki kutbun arasında bir köprü oluşturdu. O, bir dil tasarladı ama bu dil aslında matematikti. Ancak 'tasarladı' demek burada tam olarak doğru olmayabilir; belki de 'keşfetti' demek daha doğru olurdu.

**The Spitfire**

Bu listeyi hazırlarken, aklıma Douglas Bader, R.J. Mitchell ve Jeffrey Quill gibi insanlar geldi ve anladım ki, her ne kadar her biri hayatlarında birçok farklı şey yapmış olsalar da, hepsini bir araya getiren belirgin bir ortak nokta vardı: Spitfire.

Bu, aslında bir kahramanlar listesi olması gerekiyor. Peki bir makine nasıl olur da burada yer alabilir ki? Çünkü bu makine, sıradan bir makine değildi. O, bir kahramanlar merceğiydi. Ona gösterilen olağanüstü özveri ve ondan çıkan olağanüstü cesaret, ona bu listeye girmeyi hak etti.

II. Dünya Savaşı'nı iyi ile kötü arasındaki bir çatışma olarak nitelendirmek belki de klişe olabilir, ama savaş uçakları tasarımı söz konusu olduğunda durum gerçekten böyleydi. Spitfire'ın asıl rakibi olan ME 109, acımasızca pragmatik bir uçaktı. O bir ölüm makinesiydi. Spitfire ise umudun ve iyimserliğin somut bir örneğiydi. Sadece güzel çizgileriyle değil, üretilebilen teknolojinin sınırlarını zorlamasıyla da böyleydi. Ancak yüksek idealleri benimsemek işe yaradı. Havada, güzellik kılpayı da olsa üstün gelmeyi başardı.

**Steve Jobs**

Kennedy suikastı olduğunda yaşayan insanlar genellikle o haberle nerede karşılaştıklarını hatırlarlar. Bir arkadaşımın Steve Jobs'un kanser olduğunu duyduğum zamanı tam olarak hatırlıyorum. O an sanki yer altına düşmüştüm. Birkaç saniye sonra onun nadir görülen ve tedavi edilebilir bir kanser türüne sahip olduğunu, yani iyi olacağını öğrendim. Ama o birkaç saniye sanki birkaç saatmiş gibi geçmişti.

Jobs'ı bu listeye ekleyip eklememekte kararsız kaldım. Apple'daki birçok kişi ondan çekiniyor gibi, ki bu pek iyi bir işaret sayılmaz. Ama yine de ona olan hayranlığımı inkar edemem.

Steve Jobs'ın ne olduğunu tanımlayacak bir isim bulunmuyor çünkü onun gibi biri daha önce hiç olmamış. Kendisi doğrudan Apple ürünlerini tasarlamıyor. Tarih boyunca yaptıklarını en iyi benzetebileceğimiz şey, Rönesans döneminin büyük sanat hamileri olabilir. Bir şirketin CEO'su olmasına rağmen, bu onu benzersiz kılıyor.

Çoğu CEO, 'zevk' meselesini bir başkasına havale eder. Bu da 'tasarım paradoksu' na yol açar ve bu durum, genellikle rastgele seçimler yapmalarına neden olur. Ama Steve Jobs'ın durumu biraz daha farklı. Kendisi zaten çok iyi bir zevke sahip, hatta zevkin dünyada herkesin fark ettiğinden çok daha önemli olduğunu kanıtlamış birisi.

**Isaac Newton**

Newton, benim kahramanlar pantheonumda ilginç bir yere sahip: kendime kızdığım kişi o. En azından hayatının bir kısmında büyük konular üzerinde çalıştı. Küçük şeylerle meşgul olurken dikkatin dağılması çok kolay. Cevapladığın sorular hoş ve tanıdık.Hadi, ödüllendirme zamanı! Evet, doğru duydun, **seni ödüllendiriyorum**. Ve daha da iyisi, bu ödüller zamanla büyüyor. Ama tabii, bu yolda ilerlerken, hak ettiğin obskürlüğe doğru bir adım atacağını da unutma.

Gerçekten büyük başarılara imza atmak istiyorsan, insanların bile farkında olmadığı soruları araştırmalısın. Newton gibi düşün, belki de zamanında onunla aynı konuda çalışan başkaları da vardı, ama o, o konuda başarılı olan kişiydi. Onun ne hissettiğini anlamak bile beni etkiliyor, düşünsene!

Sadece bir hayatımız var, neden büyük bir iş başarmayalım ki? Evet, ""paradigma değişimi"" terimi biraz fazla kullanılıyor olabilir, ama Kuhn'ın bu konudaki tespiti gerçekten önemli. Ve emin ol, daha birçok büyük fikir var, sadece biraz tembellik ve hata yapma korkusu yüzünden bırakıp gidiyoruz. Eğer Newton gibi çalışırsak, belki de bu duvarı aşabilir, başarıya ulaşabiliriz.

**Özel Teşekkürler**: Bu taslağı okuyup değerlendiren Trevor Blackwell, Jessica Livingston ve Jackie McDonough'a minnettarım. Sizler olmasaydınız, bu metin bu hale gelmezdi!""""

---

İlişkili Konseptler: Paul Graham'ın kahramanları, Paul Graham'ın hayatındaki etkili kişiler, Jack Lambert, Kenneth Clark, Larry Mihalko, Leonardo Da Vinci, Robert Morris, P.G. Wodehouse, Alexander Calder, Jane Austen, John McCarthy, Spitfire, Steve Jobs, Isaac Newton, kişisel etkiler ve ilham kaynakları, kişisel gelişimde hayranlık ve etki."

Subscribe

Listen to Yiğit Konur'un Okuma Listesi using one of many popular podcasting apps or directories.

Spotify Pocket Casts Amazon Music YouTube
← Previous · All Episodes · Next →