"Paul Graham'ın 2008’de yazdığı bu makale, büyük şirketlerde çalışmanın insana doğasıyla ne kadar uyuşmadığını tartışıyor. İnsanların büyük gruplar halinde çalışmaya uyumlu olmadığını, bu durumun zihinsel özgürlüğümüzü kısıtladığını savunuyor. Kendin için çalışmanın ve küçük gruplarla iş yapmanın insana daha çok uyduğunu belirtiyor. Graham'a göre, büyük şirketlerde çalışmak, bireysel girişimini ve yaratıcılığını kısıtlar. Kendi başına çalışmanın, bireye daha çok özgürlük ve yeni şeyler yapma olanağı sağladığını ifade ediyor. Bu nedenle, küçük bir şirkette çalışmanın veya kendi girişimini başlatmanın, büyük bir şirkette çalışmaktan daha değerli olduğunu savunuyor.
---
# Bir Patrona Sahip Olmanız Gerektiği Fikri Üzerine: Büyük Şirketlerde Çalışmanın Doğal Olmayışı (You Weren't Meant to Have a Boss)
Mart 2008, rev. Haziran 2008
Teknoloji, hayatımızın her alanında olduğu gibi, iş hayatımızı da değiştiriyor. Ancak, bu değişim bazen doğal akışından çıkabiliyor. Düşünün, bedenlerimiz aslında çok fazla oturup az hareket etmek için tasarlanmamışken, biz bunu yapıyoruz. Aynı şekilde, normal bir iş, tıpkı beyaz unun veya şekerin bedenimize olan zararları gibi, zihnimize de zarar verebilir.
> ""...bir taahhüdün bilincinde olmak bazen tüm günü endişeyle geçirmenize neden olabilir."" - Charles Dickens
Ben de bu durumu, startup kurucularıyla birkaç yıl çalıştıktan sonra fark ettim. Şimdiye kadar 200'den fazla girişimciyle çalışma fırsatım oldu ve kendi startuplarını kuran yazılımcılarla, büyük firmalarda çalışan yazılımcılar arasında bariz bir fark olduğunu gördüm. Girişimcilerin mutlaka daha mutlu olduğunu söyleyemem; çünkü bir startup başlatmak oldukça stresli olabilir. Ama onlar, tatlı yiyerek kanepeye yayılmaktan ziyade, uzun bir koşu sonrası hissettikleri mutluluğu yaşıyorlar.
İstatistiklere göre anormal sayılsalar bile, startup kurucularının çalışma tarzı insan doğasına daha uygun gibi görünüyor.
Geçen yıl Afrika'ya gittim ve daha önce sadece hayvanat bahçelerinde gördüğüm birçok hayvanı doğal ortamlarında gördüm. Farkları inanılmazdı. Özellikle aslanlar. Doğada aslanlar, sanki on kat daha canlıymış gibi görünüyor. Tamamen başka hayvanlar gibiler. Kendi kendine çalışmanın, biz insanlara, bir aslanın doğada yaşamanın hissettirdiği gibi bir his verdiğini düşünüyorum. Hayvanat bahçesinde yaşamak belki daha kolay, ama aslında bir aslan için doğada yaşamak üzere tasarlanmıştır.
**Ağaçlar**
Büyük bir şirkette çalışmak neden bu kadar garip geliyor? Aslında bu durumun kökünde, insanların doğaları gereği bu kadar büyük gruplar halinde çalışmak için programlanmamış olmaları yatıyor.
Doğada hayvanları izlediğinizde her türün belirli bir grup büyüklüğünde daha iyi yaşadığını hemen fark edersiniz. Mesela bir impala sürüsünde 100 yetişkin olabilir, babunlar genellikle 20'şer kişilik gruplar halinde bulunurken, aslanlar genellikle 10 kişilik grupları geçmezler. İnsanların da benzer şekilde gruplar halinde çalışmak üzere programlandığını görüyoruz. Avcı-toplayıcı topluluklar üzerine okuduklarım, organizasyonlar üzerine yaptığım araştırmalar ve kendi deneyimlerim, ideal grup büyüklüğünün ne olması gerektiği konusunda bana bir fikir veriyor: 8 kişilik gruplar iyi iş çıkarırken; 20 kişilik gruplar yönetilmesi güç bir hal alır; ve 50 kişilik bir grup tam bir karmaşaya dönüşür.
Üst sınır ne olursa olsun, kesinlikle yüzlerce kişilik gruplarda çalışmak için programlanmış değiliz. Ama - ve bu durum daha çok teknolojiye olan bağımlılığımızdan kaynaklanıyor - birçok insan, yüzlerce hatta binlerce çalışanı olan büyük şirketlerde işe giriyor.
Şirketler, büyük grupların işe yaramayacağını bildiği için kendilerini birlikte çalışabilecek küçük birimlere böler. Ama bu birimleri koordine etmek için bir şeye daha ihtiyaç duyarlar: patronlara.
Bu daha küçük gruplar her zaman ağaç yapısı şeklinde düzenlenir. Patronunuz, grubunuzun ağaca bağlandığı noktadır. Ancak büyük bir grubu daha küçük gruplara bölmek için bu hileyi kullandığınızda, kimse tarafından açıkça dile getirilmeyen ilginç bir durum ortaya çıkar. Sizin grubunuzdan bir seviye yukarıdaki grupta, patronunuz tüm grubunuzu temsil eder. On yöneticiden oluşan bir grup, sadece alışıldığı üzere birlikte çalışan on kişi değil. Aslında bu grup, grupların bir topluluğudur. Yani, on yöneticiden oluşan bir grubun, sadece on bireyden oluşan bir grup gibi çalışabilmesi için, her yönetici için çalışan grup, sanki tek bir kişiymiş gibi çalışmak zorunda kalır. Diğer bir deyişle, çalışanlar ve yönetici arasında yalnızca bir kişinin özgürlüğü paylaşılmaktadır.
Pratikte, bir grup insanın tek bir kişi gibi hareket etmesi mümkün olmaz. Ancak bu şekilde gruplara ayrılan büyük bir organizasyonda, baskı her zaman bu yöne doğru olur. Her grup, insanların doğası gereği iş yapmayı sevdiği küçük, bireysel gruplar gibi çalışmayı hedefler.Gruplar, her bir bireyin hareket özgürlüğünü genişletirken, aynı zamanda tüm organizasyonun büyüklüğüne ters orantılı hale getiren bir denge sağlar. Bu, büyük bir organizasyonda çalışan herkesin bildiği bir durumdur. 100 kişilik bir şirkette çalışmanın ve 10.000 kişilik bir şirkette çalışmanın arasındaki farkı hissedersiniz. Bu durum, çalıştığınız ekip sadece 10 kişi bile olsa değişmez.
**Mısır Şurubu**
Büyük bir organizasyonun içindeki 10 kişilik bir grup, bir bakıma sahte bir kabileye benzer. Etkileşimde bulunduğunuz kişi sayısı gayet uygun. Ancak bir şey eksik: bireysel inisiyatif. Avcı-toplayıcı kabilelerinde daha çok özgürlük vardır. Liderler genellikle diğer kabile üyelerinden biraz daha güçlüdür, ancak bir patron gibi onlara ne yapacaklarını ve ne zaman yapacaklarını genellikle söylemezler.
Bu durumun suçlusu patronunuz değil. Gerçek problem, hiyerarşide bir üstteki seviyede tüm ekibinizin tek bir kişiymiş gibi algılanması. Patronunuz sadece bu durumu size aktaran bir elçi.
Bu yüzden büyük bir kuruluşta 10 kişilik bir ekiple çalışmak, aynı anda hem doğru hem de yanlış hissettirebilir. Yüzeyde, çalışmanız gereken türden bir grup gibi görünüyor, fakat önemli bir şeyler eksik. Büyük bir şirkette iş, yüksek fruktozlu mısır şurubu gibidir: sevmeniz gereken şeylerin bazı niteliklerine sahip ama diğerlerinde felaket derecede eksik.
Gerçekten de, yiyecekler, tipik bir işin nerede yanlış olduğunu açıklamak için mükemmel bir metafordur.
Örneğin, büyük bir şirket için çalışmak, çoğu yazılımcının varsayılan seçeneği. Bu ne kadar kötü olabilir ki? Aslında yiyecekler durumu oldukça açıkça anlatıyor. Bugün Amerika'nın rastgele bir yerine bırakılsanız, etrafınızdaki hemen hemen tüm yiyecekler sağlığınıza zararlı olacaktır. İnsan vücudu beyaz un, rafine şeker, yüksek fruktozlu mısır şurubu ve hidrojenlenmiş bitkisel yağ tüketmek için tasarlanmamıştır. Ancak eğer bir marketin içerisine girip rafları inceleyecek olursanız, bu dört malzemenin çoğu ürünün kalorisinin çoğunu oluşturduğunu görürsünüz. Yani bizim ""normal"" dediğimiz yiyecekler aslında sağlığımıza oldukça zararlı. İnsan vücudunun aslında tüketmek üzere tasarlandığı besinleri yiyenler genellikle sadece Birkenstock giyen ve Berkeley'de yaşayan birkaç tuhaf insan.
""Normal"" yiyecekler eğer bu kadar zararlıysa, neden her yerde karşımıza çıkıyor? Bunun iki ana sebebi var. Birincisi, bu yiyeceklerin anlık cazibesi. Pizzayı yedikten bir saat sonra kendinizi kötü hissetmenize rağmen, ilk birkaç ısırık çok iyi hissettirir. İkincisi ise ölçek ekonomileri. Abur cubur üretmek ölçeklendirilebilir; taze sebze üretmek ise değil. Bu da demek oluyor ki (a) abur cubur çok ucuz olabilir ve (b) bu yüzden onu pazarlamak için çok para harcamaya değer.
Eğer insanlar, ucuz, yoğun bir şekilde tanıtılan ve kısa vadede çekici olan bir şeyle; pahalı, az bilinen ve uzun vadede cazip olan bir şey arasında seçim yapmak zorunda bırakılsalar, sizce çoğu hangisini tercih eder?
İşte durum tam da aynı. Ortalama bir MIT mezunu, Google veya Microsoft'ta çalışmayı seçer, çünkü bu firmalar tanınmış, güvenilir ve hemen iyi bir maaş sunuyor. Bu, öğle yemeğinde yedikleri pizza gibi 'hazır ve konforlu' bir seçenek. Ancak bu durumun eksileri genellikle daha sonra, belirsiz bir huzursuzluk duygusu ile ortaya çıkar.
Öte yandan, startupların kurucuları ve ilk çalışanları, Berkeley'deki Birkenstock giyen tuhaf insanları hatırlatıyor: Toplumun çok küçük bir azınlığını oluşturuyor olsalar da, aslında onlar insanların gerçekten nasıl yaşaması gerektiğini yaşıyorlar. Suni bir dünyada, sadece uçlarda olanlar doğal bir şekilde yaşayabiliyor.
**Programcılar**
Büyük şirketlerdeki işlerin kısıtlayıcı yapısı, özellikle programcıları zorlar çünkü programlamanın özü, yeni şeyler inşa etmektir. Satış elemanları her gün aynı sunumları yapar, destek ekipleri aynı soruları yanıtlar; ama bir kez bir kod parçasını yazdıysanız, aynısını bir daha yazmanız gerekmez.Programcılar, sürekli olarak yeni şeyler üretme yolunda ilerler. Ancak, bu durum her zaman bu kadar kolay olmayabilir. Eğer bir organizasyonun parçasıysanız ve herkesin özgürlüğü, organizasyonun büyüklüğüyle ters orantılıysa, yeni bir şey yapmaya çalıştığınızda direnişle karşılaşabilirsiniz.
Bu durum, büyüklüğün kaçınılmaz bir sonucu gibi görünüyor. En zeki şirketler bile bu durumdan muaftır. Geçenlerde, üniversiteyi bitirdikten hemen sonra bir startup kurmayı düşünen bir girişimciyle konuştum. Ancak, ""Google'da daha çok şey öğrenirim"" diye düşünerek oraya gitti. Ne yazık ki, beklediği kadar çok şey öğrenemedi. Programcılar, uygulama yaparak öğrenirler ve yapmak istedikleri birçok şeyi yapamadı. Bazen şirket ona izin vermiyordu, çoğu zaman da şirketin kodları ona izin vermiyordu. Eski kodların yükü, bu kadar büyük bir organizasyonda yazılım geliştirmenin getirdiği ekstra iş yükü ve diğer ekiplerin kontrolünde olan arayüzlerin getirdiği kısıtlamalar arasında, denemek istediği şeylerin sadece bir kısmını deneyebildi. Kendi startup'ında, tüm şirket işlerini ve kodlamayı yapmasına rağmen, çok daha fazla şey öğrendiğini söyledi. Çünkü en azından kodlama yaparken istediği her şeyi yapabiliyor.
Bir engel, akışın tersine doğru ilerler. Yeni fikirler geliştirmenize izin verilmiyorsa, yeni fikir üretmeyi de bırakırsınız. Ve tam tersi: istediğiniz her şeyi yapabiliyorsanız, ne yapacağınıza dair daha çok fikriniz olur. Dolayısıyla kendi kendinize çalışmak, bir motorun düşük kısıtlamalı bir egzoz sistemiyle daha güçlü olması gibi, beyninizi de daha güçlü kılar.
Kendiniz için çalışmak, elbette her zaman bir startup kurmak demek değildir. Fakat bir yazılımcı, büyük bir firmada düzenli bir iş ve kendi startup'ını kurma arasında seçim yaparken, muhtemelen startup'ı seçerse daha çok şey öğrenir.
Çalıştığınız şirketin büyüklüğünü ayarlayarak elde edeceğiniz özgürlük miktarını da belirleyebilirsiniz. Eğer şirketi siz kurarsanız, en fazla özgürlüğe sahip olursunuz. İlk 10 çalışandan biri olursanız, kurucular kadar özgür olabilirsiniz. 100 kişilik bir şirket bile, 1000 kişilik bir şirketten çok daha farklı bir hissiyat sunabilir.
Küçük bir şirkette çalışmak, doğrudan özgürlüğü garanti etmez. Büyük organizasyonların ağaç benzeri yapısı özgürlüğün bir üst sınırını belirler, alt sınırını değil. Küçük bir şirketin yöneticisi hala zorba olmayı seçebilir. Asıl mesele, büyük bir organizasyonun yapısının zorunlu olarak onu zorba yapmasıdır.
**Sonuçlar**
Bu durum hem organizasyonlar hem de bireyler için gerçek sonuçlara yol açıyor. Bunlardan biri, şirketlerin ne kadar çok girişimci ruhlarını canlı tutmaya çalışsalar da, büyüdükçe hızlarının kaçınılmaz olarak yavaşlayacak olmasıdır. Bu durum, her büyük organizasyonun kaçınılmaz olarak benimsemek zorunda olduğu 'ağaç yapısı'nın bir sonucudur.
Aslında, büyük bir organizasyon sadece ve sadece 'ağaç yapısını' terk ettiğinde yavaşlamayı önleyebilir. İnsan doğası, birlikte çalışabilen grupların büyüklüğünü belirler ve sınırlar. Bu nedenle, daha büyük grupların ağaç yapısını terk etmelerinin tek yolu, belki de hiçbir yapıya sahip olmamalarıdır: Her grubun tamamen bağımsız bir birim olması ve bir piyasa ekonomisinin bileşenlerinin birlikte çalıştığı gibi işlev görmesi gerekir.
Bu konuyu araştırmak iyi olabilir. Zaten bu şekilde çalışan bazı işletmeler olduğunu düşünüyorum. Ancak bu şekilde işleyen bir teknoloji şirketi olduğunu bilmiyorum.
Şirketler, kendilerini sünger gibi yapılara dönüştürmek yerine bir şey yapabilirler: küçük kalabilirler. Eğer benim düşüncem doğruysa, bir şirketin her aşamada olabildiğince küçük kalması gerçekten çok değerli. Bu durum, özellikle teknoloji şirketleri için geçerli. Yani, en iyi insanları işe almak iki kat daha önemli hale geliyor. Vasat işe alımlar sizi iki şekilde vurur: Hem daha az iş yaparlar, hem de sizi büyütürler çünkü belirli bir problemi çözmek için onlara daha fazla ihtiyaç duyarsınız.
Bireyler için sonuç hep aynı: küçük hedeflere yönelin. Bu, her zaman daha özgür olmanızı sağlar ve daha fazla öğrenme fırsatı sunar.Büyük kuruluşlarda çalışmak her zaman biraz zorlu olmuştur. Ne de olsa, kuruluş ne kadar büyürse, zorluklar da o kadar artar. Ama birkaç yıl önce yazdığım bir yazıda, yeni mezunlara, kendi işlerini kurmadan önce başka bir firmada bir süre çalışmalarını önermiştim. Şimdi bunu biraz düzeltmek istiyorum. Eğer isterseniz başka bir şirkette çalışın, ama sadece küçük bir şirkette. Eğer kendi startupınızı kurmak istiyorsanız, hiç durmayın, hemen başlayın.
Üniversite mezunlarının hemen startup kurmalarını önermiyordum çünkü çoğunun başarısız olacağını düşünüyordum. Ve evet, çoğu başarısız olacak. Fakat hırslı yazılımcılar, büyük bir şirkette işe girip çalışmaktansa kendi işlerini kurmayı ve hatta başarısız olmayı tercih etmeliler. Kesinlikle daha çok şey öğrenecekler. Belki de maddi açıdan daha iyi durumda olacaklar. Yirmili yaşlarının başında birçok kişi, giderlerinin, okuldan mezun olduktan sonraki yüksek maaşlarından daha hızlı artması nedeniyle borca girer. Eğer bir startup kurup başarısız olursanız, en azından net değeriniz sıfır olur, eksiye düşmez.
Artık o kadar çok farklı girişimciye yatırım yaptık ki, belirli kalıplar görmeye başladık. Büyük bir şirkette çalışmanın herhangi bir avantajı gibi görünmüyor. Birkaç yıl çalışmış olanlar, üniversiteden yeni mezun olanlara göre daha iyi gibi gözüküyorlar, ama bu sadece onların daha yaşlı olmaları sebebiyle olabilir.
Büyük şirketlerden gelen kişiler genellikle muhafazakar oluyorlar. Bu durumun ne kadarının büyük şirketlerin etkisiyle, ne kadarının da zaten muhafazakar oldukları için bu büyük şirketlerde çalışmayı seçtikleriyle ilgili olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Ancak büyük kısmının öğrenilen bir şey olduğuna eminim. Nasıl mı biliyorum? Zamanla bu muhafazakarlığın eriyip gittiğini gözlerimle gördüm.
Bu durumu birçok kez görmüş olmak, programcıların doğal yaşam biçiminin kendi başlarına ya da en azından küçük bir grup için çalışmak olduğuna beni inandıran etkenlerden biri oldu. Y Combinator'a ilk gelen girişimciler genellikle bir nevi mültecilerin yorgun ve bezgin havasını taşırlar. Ancak üç ay sonra bu durum tamamen değişir: Kendilerine olan güvenleri o kadar artar ki, sanki birkaç santimetre daha uzamışlar gibi görünürler. Garip bir şekilde, aynı anda hem daha endişeli hem de daha mutlu görünürler. Bu durum, doğada gördüğümüz aslanların hallerini tam olarak tarif ediyor.
Çalışanların girişimciye dönüşümünü izlemek, aralarındaki farkın çoğunlukla çevreden kaynaklandığını gösteriyor. Özellikle büyük şirketlerin atmosferi, programcılar için zehirlidir. Kendi startup'ları üzerinde çalışmaya başladıklarının ilk birkaç haftasında, sanki yeniden hayata dönmüş gibi oluyorlar. Çünkü sonunda, insanların doğasına uygun bir şekilde çalışıyorlar.
#### Notlar
[1] İnsanların belirli bir şekilde yaşamak için 'yaratıldığını' ya da 'tasarlandığını' söylediğimde, bu durumu evrim süreciyle açıklıyorum demek istiyorum.
[2] Sadece 'altta olanlar' değil, bu durumdan muzdarip olan. Bu kısıtlama hem aşağıya hem de yukarıya etki ediyor. Yani, yöneticiler de kısıtlamalarla karşı karşıya kalıyor; doğrudan işleri yapmak yerine, işleri astlarına yaptırmak zorunda kalıyorlar.
[3] Lütfen startup'ınızı kredi kartlarıyla finanse etmeyin. Bir girişimi borçla finanse etmek genellikle pek akıllıca sayılmaz, hele kredi kartı borcuyla yapıyorsanız bu durum daha da sakıncalıdır. Kredi kartı borcu, her durumda kötü bir fikirdir. Bu, kurnaz şirketlerin çaresiz ve dikkatsiz kişiler için kurduğu bir tuzaktır.
[4] Desteklediğimiz girişimciler aslında daha da genç oluyordu (zira ilk zamanlarda öğrencileri başvurmaları için teşvik ederdik) ve bu durumu ilk birkaç kez fark ettiğimde, ""Acaba gerçekten boy mu atladılar?"" diye düşünmüştüm.
**Özel Teşekkürler**:Bu metnin taslaklarını okuyan ve değerlendiren Trevor Blackwell, Ross Boucher, Aaron Iba, Abby Kirigin, Ivan Kirigin, Jessica Livingston ve Robert Morris'e teşekkürlerimi sunuyorum.""""
---
İlişkili Konseptler: Büyük organizasyonlarda çalışmak, büyük şirketlerle ilgili sorunlar, startup vs büyük şirket, doğal çalışma ortamı, iş ortamındaki grup büyüklüğü, iş yerinde özgürlük, şirket büyüklüğünün çalışanlar üzerindeki etkisi, şirket yapısının etkileri, bireysel girişimin önemi, startuplardaki programcılar vs büyük şirketler, küçük şirketlerin faydaları, büyük şirketlerin dezavantajları, insan doğası ve iş yapısı, kurumsal işlerden kaçınma, kendi kendine çalışma."