← Previous · All Episodes · Next →
Amerika'da Start-Up'ların Yoğunlaşma Sebepleri ve Diğer Ülkelerin Bu Başarıyı Yakalayabilme Yolları (Why Startups Condense in America) Episode 203

Amerika'da Start-Up'ların Yoğunlaşma Sebepleri ve Diğer Ülkelerin Bu Başarıyı Yakalayabilme Yolları (Why Startups Condense in America)

· 36:44

|
"Paul Graham'ın 2006’da yazdığı bu makale, Amerika'nın neden dünya çapında bir 'startup' merkezi olduğunu ve diğer ülkelerin bu başarıyı nasıl elde edebileceğini tartışıyor. Graham, Amerika'nın başarısının göç politikaları, zengin iç pazar, dinamik kariyer anlayışı ve girişimcilik için uygun bir çevre oluşturabilme kapasitesi gibi bir dizi faktöre bağlı olduğunu belirtiyor. Ayrıca, başarılı bir 'startup' ekosistemi yaratmak için başka ülkelerin Amerika'nın modelini takip etmek yerine, kendi özgün yöntemlerini bulmaları gerektiğini vurguluyor. Makale, girişimcilik ve teknolojiye ilgi duyanlar için oldukça ilgi çekici ve zengin bir içerik sunuyor.

---

# Amerika'da Start-Up'ların Yoğunlaşma Sebepleri ve Diğer Ülkelerin Bu Başarıyı Yakalayabilme Yolları (Why Startups Condense in America)

Mayıs 2006

_ (Bu yazı, Xtech'teki bir konuşmadan alıntıdır.) _

Startuplar genellikle belirli bölgelerde toplanır. Silikon Vadisi ve Boston gibi yerlerde bir sürü startup varken, Chicago veya Miami gibi şehirlerde pek fazla rastlamazsınız. Eğer bir ülke startup hareketliliğini artırmak istiyorsa, büyük ihtimalle bu yoğunlaşmaların neden olduğu etkenleri de kendi topraklarında yaratmak zorunda kalacaktır.

Bu durumu biraz daha açarsak, akıllı insanların hoşuna gidecek bir kasaba yakınındaki harika bir üniversite gibi düşünebiliriz. ABD'de bu koşulları oluşturduğunuzda, startuplar soğuk bir metale su damlacıkları yoğunlaşır gibi ortaya çıkar. Fakat başka bir ülkede Silikon Vadisi'ni yeniden yaratmayı düşündüğümüzde, anlıyoruz ki ABD özellikle nemli bir ortam. Startuplar burada daha rahat oluşuyor.

Başka bir ülkede bir Silikon Vadisi yaratmak asla imkânsız bir iş değil. Hatta hedefiniz sadece Silikon Vadisi'ni eşitlemek değil, onu bile geçmek olabilir. Ancak bunu başarmak istiyorsanız, startupların Amerika'da bulunmanın sağladığı avantajları tam anlamıyla kavramanız gerekiyor.

**1. ABD, göçmen kabul ediyor.**

Örneğin, Japonya'da Silikon Vadisi'ni yeniden yaratmanın mümkün olacağından kuşkuluyum. Çünkü Silikon Vadisi'nin en belirgin özelliklerinden biri, göçmenlerin yoğun olmasıdır. Oradaki insanların yarısı farklı aksanlarda konuşuyor. Ancak Japonlar göç konusunda pek de olumlu düşünmüyorlar. Japon Silikon Vadisi'ni nasıl yaratabiliriz sorusunu düşündüklerinde, benim tahminimce, bunun sadece Japonlarla dolu bir vadi olması gerektiğini bilinçaltında varsayıyorlar. Bu şekilde düşünmek, başarısızlık için garanti gibi bir şey.

Bir Silikon Vadisi, zeki ve hırslılar için bir Mekke gibi olmalı. Ancak eğer insanların buraya girişine izin vermiyorsanız, bir Mekke'niz olamaz.

Elbette, Amerika'nın Japonya'ya kıyasla göçmenlere daha açık olması pek de övülecek bir şey değil. Göç politikası, bir rakibin daha iyi performans gösterebileceği bir alan.

**2. ABD Zengin Bir Ülkedir.**

Bir gün Hindistan'ın Silicon Vadisi'ne bir rakip çıkarabileceğini düşünüyorum. Elinde doğru insanların olduğu kesin, zira mevcut Silicon Vadisi'ndeki Hintlilerin sayısına bakınca hemen anlaşılıyor. Fakat Hindistan'ın kendisi hala oldukça yoksul, bu büyük bir problem.

Yoksul ülkelerde, bizim sıradan saydığımız birçok şey eksik olabiliyor. Bir arkadaşım Hindistan'a gittiğinde, tren istasyonundaki merdivenlerden düşüp ayak bileğini burkmuş. Düştüğü merdivenlere geri dönüp baktığında, merdiven basamaklarının farklı yüksekliklerde olduğunu fark etmiş. Sanayileşmiş ülkelerdeyse, tüm yaşamımız boyunca merdivenlerden iner çıkarız ve hiçbir zaman basamakların yüksekliğini düşünmeyiz. Çünkü böyle bir merdivenin inşa edilmesini engelleyen bir altyapımız var.

ABD, bazı ülkelerin şimdi olduğu kadar hiç fakir olmadı. Amerikan şehirlerinde hiç dilenci sürüleri olmadı. Bu yüzden, dilenci sürüsü durumundan Silikon Vadisi seviyesine gelmek için ne gerektiğine dair bilgiye sahip değiliz. İkisi aynı anda olabilir mi, yoksa bir Silikon Vadisi elde etmeden önce belirli bir zenginlik seviyesine mi ulaşmamız gerekiyor?

Bir ekonominin evriminde belli bir hız sınırı olduğuna inanıyorum. Unutmayalım ki, ekonomiler insanlardan oluşur ve bir neslin bakış açısı bir seferde ancak belirli bir miktar değişebilir.

**3. ABD Henüz Bir Polis Devleti Değil.**

Silikon Vadisi'ne sahip olmayı arzulayabilecek bir diğer ülke de Çin. Ama ben onların bunu henüz başarabileceklerini pek düşünmüyorum. Çin hala bir polis devleti gibi görünüyor ve şu anki yönetim bir öncekine göre daha aydın görünse de, aydınlanmış bir despotluk bile sizi ancak büyük bir ekonomik güç olma yolunda belirli bir noktaya kadar getirebilir.

Başka yerlerde tasarlanan şeyleri üretecek fabrikaları sağlayabilirsiniz. Peki ya tasarımcıları? Hükümeti eleştiremeyen bir yerde hayal gücü gelişebilir mi? Hayal gücü, garip fikirler ortaya koymak demektir. Teknoloji hakkında tuhaf fikirleriniz olmasının, politika hakkında da tuhaf fikirleriniz olması anlamına geldiği sıkça görülür.Teknik fikirlerin politik sonuçlara yol açabileceği bir dünyada yaşıyoruz. Bu yüzden eleştiriyi bastırmak, sadece teknik alanlara değil, genel olarak topluma da zarar verebilir. 

Singapur da bu konuda benzer bir zorlukla karşı karşıya. Singapur, startuplara verdiği değeri açıkça gösteriyor. Ancak enerjik devlet müdahalesi, bir limanın verimli bir şekilde işlemesini sağlayabilir, ancak startupların ortaya çıkmasını teşvik etmek aynı enerjiyle olmayabilir. Çiğneme sakızını yasaklayan bir ülkenin, San Francisco gibi bir ortam yaratmak için daha çok mesafe kat etmesi gerekiyor.

Peki, gerçekten bir 'San Francisco'ya mı ihtiyacınız var? İnovasyona giden yol, bireycilik yerine itaat ve işbirliği üzerine kurulu bir yol olamaz mı? Belki, ama ben yine de böyle olmayacağını düşünürüm. Çoğu yaratıcı insan, ne zaman ve nerede yaşarsa yaşasın, belirli bir 'bağımsızlık' hissini paylaşıyor gibi görünüyor. Yaratıcı insanlar ne başkalarının peşinden gitmek ne de başkalarına liderlik etmek isterler. En verimli oldukları zaman, herkesin istediklerini yapabildiği zamandır.

İronik bir şekilde, tüm zengin ülkeler arasında ABD, son dönemde en çok sivil özgürlüklerini kaybetti. Ama henüz çok da endişeli değilim. Umarım mevcut yönetim değiştiğinde, Amerikan kültürünün doğal açıklığı yeniden ortaya çıkacak.

**4. Amerikan Üniversiteleri Daha Üstün.**

Bir Silikon Vadisi yaratmak için harika bir üniversiteye ihtiyaç duyarsınız ve şu ana kadar ABD dışında pek azı var. Birkaç Amerikalı bilgisayar bilimleri profesörüne Avrupa'daki en çok takdir edilen üniversiteleri sordum ve hemen hepsi ilk olarak ""Cambridge"" dedi ve daha fazlasını düşünmek için uzun bir duraklama yaptı. Amerika'daki en iyi üniversitelerle kıyasla, teknoloji konusunda başka yerlerde pek çok üniversite olmadığı görünüyor.

Bazı ülkelerde bu, bilinçli bir politikanın sonucu. Örneğin Almanya ve Hollanda hükümetleri, belki de elitizmden çekindikleri için, tüm üniversitelerin kalite açısından birbirine yakın olmasını sağlamayı hedefliyorlar. Ancak bu durumun dezavantajı, hiçbir üniversitenin belirgin şekilde öne çıkmaması. En iyi profesörler tek bir yerde toplanmış şekilde değil, dağılmış durumdalar, tıpkı ABD'deki gibi. Bu durum, onların daha az verimli olmalarına neden olabilir çünkü etraflarında onları ilham verecek yetenekli meslektaşları olmayabilir. Ayrıca, hiçbir üniversitenin, yabancı yetenekleri çekip etrafında startuplar oluşturacak kadar iyi olamayacağı anlamına da gelir.

Almanya'nın durumu gerçekten enteresan. Modern üniversiteyi icat eden Almanlar, 1930'lara kadar dünyanın en iyi üniversitelerine sahipti. Ancak şimdi öne çıkan bir üniversiteleri yok. Bu durumu düşünürken kendime şöyle dedim: ""1930'ların Almanyası'nda, Yahudilerin dışlanması sonucu üniversitelerin düşüşünü anlamak zor değil. Ancak artık toparlanmaları gerekmez miydi?"" Sonra aklıma bir şey geldi: belki de toparlanamamışlardır. Almanya'da çok az Yahudi kaldı ve tanıdığım çoğu Yahudi'nin oraya taşınma isteği yok. Ve eğer herhangi bir Amerikan üniversitesini alıp içindeki Yahudileri çıkarırsanız, önemli boşluklar oluşurdu. Dolayısıyla Almanya'da bir Silikon Vadisi oluşturmanın çabası belki de boşuna olacaktır, çünkü bir 'tohum' olarak ihtiyaç duyduğunuz üniversite seviyesini orada oluşturamayabilirsiniz.

ABD'deki üniversitelerin birbiriyle rekabet etmesi doğal çünkü birçoğu özel. Amerikan üniversitelerinin kalitesini yakalamak istiyorsanız, bu rekabetçi ortamı da oluşturmanız gerekiyor. Eğer üniversiteler merkezi hükümet tarafından kontrol edilirse, politik manevralar tüm üniversiteleri ortalama bir düzeye çeker: Yeni kurulacak X Enstitüsü, aslında olması gereken yerden ziyade, güçlü bir politikacının bölgesindeki üniversitede yer alır.

**5. Amerika'da Çalışanları İşten Çıkarabilirsiniz.**

Avrupa'da startup kurmanın en büyük engellerinden biri, işe alım konusundaki bakış açısıdır bence.Sert iş yasaları... Herkesin kâbusu, özellikle de startuplar için. Çünkü onlar, bürokrasiyle uğraşmaya en az zaman ayırabilecek olanlar. İnsanları işten çıkarmak? Bir startup için gerçek bir meydan okuma. Çünkü orada, ""fazla çalışan"" diye bir kavram yok. Herkesin işini iyi yapması, başarı için bir zorunluluk.

Ama sorun sadece bir startup'ın gerektiğinde birini işten çıkarmakta zorlanması değil. Sektörler ve ülkeler arasında, performans ve iş güvencesi arasında net bir ters ilişki var. Oyuncular ve yönetmenler her film sonunda işsiz kalıyor, yani her filmde başarılı olmak zorundalar. Genç akademisyenler birkaç yıl sonra üniversite onlara kadro vermezse otomatik olarak işlerini kaybederler. Profesyonel sporcular, birkaç maç kötü oynarlarsa hemen kulübeye çekileceklerini iyi bilirler. Öte yandan, (en azından ABD'de) otomobil işçileri, New York şehir okulu öğretmenleri ve devlet memurları gibi gruplar neredeyse hiçbir koşulda işlerini kaybetmezler. Bu eğilim o kadar belirgin ki, görmemek için gerçekten de gözlerinizi kapatmanız gerekir.

Performans her şey değil mi diyorsunuz? Peki, otomobil işçileri, öğretmenler ve memurların, aktörler, profesörler ve profesyonel sporculara kıyasla daha mutlu olup olmadığını hiç düşündünüz mü?

Avrupa'daki insanlar, performansın gerçekten önemli olduğu alanlarda insanların işten çıkarılmasına göz yumabiliyorlar. Ne yazık ki, bu durumu şimdiye kadar sadece futbol için kabul etmiş durumdalar. Ancak bu durum en azından bir öncül teşkil ediyor.

**6. Amerika'da İş, İstihdamla Eşdeğer Algılanmıyor.**

Avrupa ve Japonya gibi daha geleneksel yerlerdeki problem, sadece iş yasalarından daha karmaşık ve daha derin. Daha da tehlikeli olan, bu yerlerde hâkim olan bir tutum: çalışanın bir tür hizmetkar olduğu ve işverenin ona karşı koruma görevi olduğu düşüncesi. Eskiden Amerika'da da durum böyleydi. 1970'lerde, genellikle büyük bir şirkette işe girmeniz ve ideal olarak tüm kariyerinizi orada geçirmeniz beklenirdi. Buna karşılık olarak şirket, size bakardı: işten atılmamanız için çaba gösterir, sağlık giderlerinizi karşılardı ve yaşlandığınızda sizi desteklerdi.

İstihdam giderek babacan havasından sıyrılıp sadece ekonomik bir değişim oluyor. Ancak yeni modelin önemi, sadece startupların büyümesini kolaylaştırması değil. Daha önemlisi, bence, bu modelin insanların startup kurmayı daha kolay hale getirmesi.

ABD'deki üniversite mezunlarının çoğu hala bir işe girmek zorunda olduklarını düşünüyor, sanki başkasının çalışanı olmadan verimli olamayacakmış gibi. Ancak işi, bir başkasının çalışanı olmak yerine, çeşitli iş türlerinden oluşan bir kariyer olarak gördüğünüzde, bir startup başlatmak daha kolay hale geliyor. Kariyerinizi tek bir işverene ömür boyu hizmet etmek yerine, farklı işlerden oluşan bir dizi olarak görmeye başladığınızda, kendi şirketinizi kurma riski azalır. Çünkü artık tüm kariyerinizi bir kenara atmak yerine, sadece belirli bir bölümünü değiştirmiş oluyorsunuz.

Eski düşünceler o kadar güçlü ki, en başarılı girişimcilere bile zorluk çıkartmışlar. Apple'ı kurduktan bir yıl sonra bile, Steve Wozniak hala HP'de çalışmaya devam ediyordu. Orada ömür boyu çalışmayı düşünüyordu. Jobs, Apple'a ciddi bir yatırım yapabilecek birini bulduğunda, Wozniak'ın HP'deki işini bırakmasını şart koştu. Ancak Wozniak başta bu teklifi reddetti. Hem Apple I'i hem de Apple II'yi HP'de çalışırken tasarlamıştı ve orada çalışmaya devam etmek için hiçbir engel görmedi.

**7. Amerika Aşırı Titiz Değil.**

Eğer işletmeleri düzenleyen herhangi bir yasa varsa, yeni kurulan start-up'ların çoğunu çiğnediğini varsayabilirsiniz. Çünkü onlar yasaların ne olduğunu bilmezler ve öğrenmek için de zamanları yoktur.

Örneğin, Amerika'daki birçok girişim, iş yapmak için yasal olmayan yerlerde başlıyor. Hewlett-Packard, Apple ve Google gibi firmalar hep garajlarda kuruldu. Bizimki de dahil birçok girişim ilk zamanlarını dairelerden yöneterek geçirdi. Eğer bu tür durumlar yasak olsaydı ve bu yasalar sıkı bir şekilde uygulansaydı, çoğu girişim asla gerçekleşemezdi.

Bu durum, daha titiz ülkelerde sorun olabilir.Hadi biraz hayal kuralım. **Hewlett** ve **Packard**, İsviçre'deki bir garajda elektronik bir şirket kurmaya çalışsalar, yanlarında yaşlı bir kadın olsun. Bu kadın hemen onları belediyeye şikayet ederdi, emin olabilirsin. 

Ama asıl mesele, bir şirket kurmanın diğer ülkelerdeki karmaşıklığı. 90'ların başında Almanya'da bir şirket kurmaya çalışan bir arkadaşım, bir şirket kurabilmek için 20.000 dolar sermaye gerektiğini öğrendiğinde adeta şok olmuştu. İşte bu yüzden şu anda bir Apfel laptop'ta yazı yazmıyorum. Jobs ve Wozniak, bir VW minibüs ve bir HP hesap makinesi satarak bir şirket kurma fikrini hayata geçiremezlerdi. Biz de Viaweb'i aynı şekilde kuramazdık.

**Startup'ları desteklemek isteyen hükümetlere bir tüyo: Var olan startup'ların hikayelerini okuyun ve bunların kendi ülkenizde nasıl gelişeceğini düşünün. Eğer Apple'ı bitirecek bir engel bulursanız, onu hemen yok edin.**

_Startup'lar marjinaldir._ Fakir ve çekingenden doğarlar; marjinal alanlarda ve boş zamanlarda filizlenirler; genellikle başka bir işi olan insanlar tarafından hayata geçirilirler ve iş dünyası konusunda hiçbir bilgileri olmayabilir. Yeni kurulan startup'lar çok hassastır. Kenarlarını keskin bir şekilde budayan bir toplum, hepsini yok edebilir.

**8. Amerika'nın Geniş Bir Yerel Pazarı Var.**

Bir startup'ın başlangıçtaki can suyu, ilk ürününü piyasaya sürme umududur. Bu yüzden başarılı olanlar ilk versiyonu olabildiğince basit yaparlar. ABD'de genellikle yerel pazar için bir şeyler üreterek başlarlar.

Bu durum Amerika'da işe yarıyor, çünkü orada yerel pazar 300 milyon kişi. Ancak bu durum İsveç'te pek de işe yaramaz. Küçük bir ülkede bir startup'ın işi biraz daha karmaşık. Çünkü onların ilk günden itibaren uluslararası pazarda boy göstermeleri gerekiyor.

Avrupa Birliği, tek büyük bir iç pazarı taklit etmek üzere kısmen tasarlandı. Ancak, halkın hala birçok farklı dil konuşuyor olması bir sorun. Bu yüzden İsveç'teki bir yazılım startup'ı, başlangıçtan itibaren uluslararasılaşma ile uğraşmak zorunda olduğu için, ABD'deki bir startup'a kıyasla dezavantajlıdır. Avrupa'nın en ünlü yeni startup'ı Skype'ın, doğası gereği uluslararası bir sorun üzerinde çalışmış olması, bu durumun önemini gösteriyor.

Ama ne olursa olsun, görünen o ki birkaç on yıl içinde Avrupa tek bir dil konuşacak. 1990'da İtalya'da öğrenciyken, İngilizce bilen çok az İtalyan vardı. Şimdi ise eğitimli insanların hemen hemen hepsi İngilizce biliyor - ve Avrupalılar eğitimsiz görünmekten hoşlanmıyorlar. Elbette bu hassas bir konu ama eğer şu anki eğilimler devam ederse, Fransızca ve Almanca da tıpkı İrlandaca ve Lüksemburgca gibi olacak: Sadece evlerde ve milliyetçi kişiler tarafından konuşulan diller haline gelecekler.

**9. Amerika'da Girişim Sermayesi (VC) Mevcut.**

Startup'ları Amerika'da kurmak daha kolay çünkü orada yatırım bulmak daha basit. ABD dışında birkaç girişim sermayesi firması olsa da, startup finansmanı sadece bu firmalar tarafından sağlanmıyor. Aslında, sürecin daha başında yer alan ve daha kişisel olan bireysel melek yatırımcılar, daha önemli bir finansman kaynağı. Google, Andy Bechtolsheim'den ilk yüz bin dolarını toplamamış olsaydı, belki de milyonlarca dolarlık girişim sermayesi toplama aşamasına hiç gelemeyecekti. Ve Bechtolsheim, onlara yardımcı olabildi çünkü o Sun'un kurucularındandı. İşte bu süreç, startup merkezlerinde sürekli olarak kendini gösterir. Hatta bu süreç, onları bir 'startup merkezi' haline getiren tam da budur.

İyi haber şu ki, süreci başlatmanız için yapmanız gereken tek şey, ilk birkaç startup'ı başarıyla hayata geçirmek. Eğer zengin olduktan sonra bile işlerinin başında dururlarsa, startup kurucuları neredeyse otomatik olarak yeni startup'lara yatırım yapar ve onları teşvik ederler.

Kötü haber, sürecin yavaş olması. Bir startup kurucusunun melek yatırımcı olması genellikle beş yıl alıyor. Hükümetler, parayı kendileri sağlayıp mevcut firmalardan insanları işe alarak yerel girişim sermayesi fonları oluşturabilir belki.Ancak melek yatırımcıları elde etmek için sadece doğal, organik bir büyüme işe yarar. Bu, biraz zaman alabilir, ancak sonunda emeklerinizin karşılığını alırsınız.

Biraz da Amerika'daki özel üniversitelerden bahsedelim. Risk sermayesinin bu kadar bol olmasının önemli bir sebebi, bu üniversitelerin bağışlarıdır. Yani özel üniversitelerin bir diğer avantajı da, ülkenin büyük bir servetinin aydın yatırımcılar tarafından yönetiliyor olması. Bu, girişimciler için büyük bir fırsat yaratır.

**10. Amerika'da Kariyerler Dinamik Bir Yapıya Sahip.**

Diğer sanayileşmiş ülkelere kıyasla, ABD'de kariyerlerin şekillendirilmesi biraz daha rastgeledir. Örneğin, Amerika'da çoğu insan, tıp okumaya kararını genellikle üniversiteyi bitirdikten sonra verir. Ancak Avrupa'da genellikle bu tür kararlar çok daha erken, lisedeyken verilir.

Avrupa'nın bu yaklaşımı, her bireyin tek ve belirgin bir mesleği olduğu eski bir düşünceyi yansıtır. Eğer bu doğruysa, en verimli plan, her bireyin 'yerini' mümkün olduğunca erken keşfetmek ve ona uygun eğitimi sağlamak olacaktır.

ABD'deki durumlar genellikle daha rastgele gelişir. Ancak, bir ekonomi daha likit hale geldikçe, belirsiz problemler için statik tiplamadan ziyade dinamik tiplamanın daha iyi çalıştığı gibi, bu da bir avantaj haline gelir. Bu özellikle start-up'lar söz konusu olduğunda doğrudur.

Startuplar, genellikle planlanmış bir iş değildir. Bu yüzden, kariyer kararlarınızı anlık olarak almanın kabul edildiği bir toplumda, bir startup kurma olasılığınız daha yüksektir.

Örneğin, teoride bir doktora programının amacı, sizi araştırma yapabilecek bir bilim insanı haline getirmektir. Ancak Amerika'da neyse ki bu kural çok sıkı bir şekilde uygulanmıyor. Amerika'daki bilgisayar bilimleri doktora programına katılan çoğu kişi, sadece daha fazla bilgi edinmek istedikleri için bu programı seçiyor. Henüz ne yapacaklarına karar vermiş değiller. Bu yüzden Amerikan yüksek lisans okulları, birçok startup'ı doğuruyor.

Amerika'nın ""rekabet gücü"" konusunda endişelenenler genellikle devlet okullarına daha çok para harcamamız gerektiğini önerirler. Ancak belki de Amerika'nın kötü devlet okullarının saklı bir avantajı vardır. Çünkü bu okullar o kadar berbat ki, çocuklar genellikle üniversiteyi beklemeye karar verirler. Ben de aynısını yaptım; çok az şey öğrendiğimi biliyordum ki, hangi seçenekler olduğunu bile öğrenmemiştim, seçim yapmak bir yana. Bu durum moral bozucu olabilir, ama en azından aklınızı açık tutmanızı sağlar.

Eğer kötü liseler ve iyi üniversitelerle donatılmış ABD ile, iyi liseler ve kötü üniversiteleri olan diğer gelişmiş ülkeler arasında seçim yapmak zorunda kalsaydım, kesinlikle ABD sistemini seçerdim. Herkesin geç de olsa başarılı olabileceğini düşünmesi, başarısız bir çocuk dehası olduğunu düşünmesinden çok daha iyi.

**Tutumlar**

Bu listede göze çarpan bir eksik var: Amerikalıların bakış açısı. Genellikle Amerikalıların daha çok girişimci ruha sahip olduğu ve riskten çekinmediği düşünülür. Ancak bu özelliklerin tekelini Amerikalılar elinde tutmuyor. Hintliler ve Çinliler de oldukça girişimci, hatta belki de Amerikalılardan daha çok.

Bazıları Avrupalıların daha az enerjik olduğunu iddia ediyor, ama ben buna inanmıyorum. Bence Avrupa'nın sorunu, cesaret eksikliği değil, başarı hikayelerinin eksikliği.

ABD'de bile, en başarılı startup kurucuları genellikle, başlangıçta kendi şirketlerini kurma fikrine oldukça çekingen yaklaşan teknik insanlardır. Çoğu, tipik Amerikalı imajı olarak düşündüğümüz enerjik ve dışa dönük kişi profiline pek uymaz. Bu, girişimcilik ruhunun sadece kişilik özellikleriyle ilgili olmadığını gösterir.Bir startup başlatmak için gereken enerji, genellikle ""ben de yapabilirim"" hissi uyandıran kişilerle tanıştığınızda bulunur. Bu kişiler, sizi ilham veren ve kendi başarı hikayelerini yazan insanlardır.

Avrupalı yazılımcıların neden geri kaldığını düşünüyorsunuz? Bence cevap basit: Başarılı olan insanlarla yeterince karşılaşmıyorlar. Bu durum Amerika'da bile geçerli. Stanford öğrencileri Yale öğrencilerinden daha girişimci ruhlu olabilir, ancak bu sadece karakter farklılığı değil; sadece Yale öğrencilerinin daha az örnek görmesi.

Avrupa ve Amerika'da hırs konusunda farklı bakış açıları olduğunu kabul ediyorum. Amerika'da hırslı olmanın hiçbir sakıncası yok. Avrupa'da ise genellikle böyle değil. Ancak bu, doğuştan bir Avrupalı özelliği olamaz; geçmişteki Avrupalılar Amerikalılar kadar hırslıydı. Peki ne oldu da bu değişti? Benim düşünceme göre, 20. yüzyılın ilk yarısında hırslı insanların yaptığı kötü şeyler nedeniyle hırsın itibarı sarsıldı. Artık hava atmak moda değil. (Hala çok hırslı bir Almanın imajı biraz rahatsız edici değil mi?)

20. yüzyılın felaketlerinin Avrupa'nın bakış açısına etki etmemesi çok şaşırtıcı olurdu. Böyle olayların ardından yeniden iyimser olmak biraz zaman alır. Ancak hırs, insanın doğasında vardır ve yavaş yavaş tekrar ortaya çıkar.

**Nasıl Daha İyi Yapılır**

Bu listeyle Amerika'nın startuplar için ideal bir yer olduğunu söylemek istemem. Şimdiye kadar en iyi yer belki de o, ama bu konuda alınan örnek sayısı az, ve ""şimdiye kadar"" dediğimiz süre aslında pek de uzun değil. Tarihsel çerçevede bakarsak, şuan sahip olduğumuz şey sadece bir prototip.

O halde, Silikon Vadisi'ne bir rakip tarafından üretilmiş bir ürüne bakar gibi bakalım. Hangi zayıflıklarını kullanabilirsiniz? Kullanıcıların daha çok hoşuna gidecek bir şeyi nasıl yaratabilirsiniz? Bu durumda kullanıcılar, sizin kendi Silikon Vadisi'nize taşımak isteyeceğiniz o kritik birkaç bin insan olacak.

Öncelikle, Silikon Vadisi'nin San Francisco'dan bir hayli uzak olduğunu belirtmeliyim. Başlangıçta merkez noktası olan Palo Alto, yaklaşık olarak otuz mil ötede ve şimdiki merkez ise kırk mil kadar uzaklıkta yer alıyor. Bu yüzden Silikon Vadisi'nde çalışmak için gelen insanlar pek de hoş olmayan bir seçenekle karşı karşıya kalıyor: Ya vadinin sıkıcı geniş alanlarında yaşayacaklar, ya da San Francisco'da yaşayıp her gün saatlerce yol çekecekler.

En iyi şey, Silikon Vadisi'nin sadece ilginç bir şehre yakın olması değil, aynı zamanda kendisinin de ilginç olmasıdır. Ve burada iyileştirilecek çok yer var. Palo Alto kötü sayılmaz, ama sonrasında inşa edilen her şey, en kötü türden bir çizgi gelişmedir. Orada yaşamanın ne kadar can sıkıcı olduğunu, günde iki saat yolculuk yapmayı göze alarak orada yaşamaktan kaçınan insanların sayısından anlayabilirsiniz.

Silikon Vadisi'ni kolayca sollayabileceğiniz bir başka alan toplu taşıma. Orada başından sonuna bir tren hattı bulunuyor ve Amerikan standartlarına göre oldukça iyi. Yani, bir Japon ya da Avrupalıya üçüncü dünya ülkesinden çıkmış gibi görünebilir.

Silikon vadisi gibi bir yerde yaşamak isteyenler genellikle trenle, bisikletle ya da yürüyerek gezmeyi severler. Eğer Amerika'yı geride bırakmak istiyorsanız, arabaları son plana koyan bir şehir tasarlamalısınız. Amerikan şehirlerinin bunu yapabilmesi biraz zaman alacak.

**Sermaye Kazançları**

Amerika'yı ulusal düzeyde geçebileceğiniz birkaç strateji var. Bunlardan biri, daha düşük sermaye kazanç vergilerine sahip olmak olabilir. En düşük _gelir_ vergilerine sahip olmanın çok kritik olmadığını söyleyebiliriz, çünkü bu avantajdan faydalanmak için insanların yaşadığı yerleri değiştirmesi gerekiyor. [7] Ancak sermaye kazanç vergisi oranları farklılaştığında, taşınan şey siz değil, varlıklarınız oluyor. Dolayısıyla, bu değişimler piyasa hızında gerçekleşiyor. Vergi oranı ne kadar düşükse, gayrimenkul, tahvil veya temettü ödeyen hisse senetleri yerine büyüyen şirketlere yatırım yapmak da o kadar ucuz hale geliyor.

Eğer startupları teşvik etmek istiyorsanız, sermaye kazançları üzerinde düşük bir vergi oranı belirlemelisiniz.Politikacılar, bazen gerçekten zor bir durumda kalırlar. Örneğin, sermaye kazançları üzerinden düşük bir vergi oranı belirlerlerse, ""zenginlere vergi indirimi"" suçlamalarıyla karşı karşıya kalabilirler. Diğer yandan, bu oranı yüksek tutarlarsa, büyümekte olan şirketlerin yatırım sermayesini kurutabilirler. John Kenneth Galbraith'in dediği gibi, politika genellikle hoşa gitmeyenle felaket arasında bir seçim yapma meselesidir. 20. yüzyılda birçok hükümet felaket seçeneğini denedi; şimdi ise eğilim, sadece hoşa gitmeyen seçeneklere doğru gibi görünüyor.

İlginç bir şekilde, bazı Avrupa ülkeleri, sermaye kazanç vergisini sıfıra indirmiş durumda. Belçika gibi... Evet, doğru duydunuz. Belçika gibi ülkeler, sermaye kazançları üzerinden hiç vergi almıyorlar. Bu durum, liderlerin nasıl zor kararlar vermek zorunda kaldığını bir kez daha gösteriyor.

**Göç**

Bir diğer konu ise göç. Akıllı bir göç politikası, büyük kazanımlar getirebilir. Unutmayın, Silikon Vadisi'ni oluşturan insanlardır.

Bugün Silikon Vadisi'ndeki şirketler, Göçmenlik ve Vatandaşlık Servisi'nin (INS) yetersizliklerini çok iyi biliyorlar. Ancak ne yazık ki, bu konuda pek fazla bir şey yapamıyorlar. Adeta bir platformun esiri gibi...

Amerika'nın göç politikaları hiçbir zaman düzgün işlememişti ve 2001'den beri durum daha da karmaşık bir hale geldi. Amerika'ya gelmek isteyen zeki insanların kaçı gerçekten bu fırsatı yakalayabiliyor ki? Bence bile yarısı bile değil. 

Bu durumda, tüm zeki insanlara kapılarını açan bir teknoloji merkezi kurarsanız, dünyanın en zeki insanlarının yarısından fazlasını hemen çekersiniz ve üstelik bedava.

ABD göç politikası, özellikle startuplar için hiç uygun değil. Çünkü bu politika 1970'lerin iş modeline dayanıyor. Üstün teknik yeteneklere sahip kişilerin üniversite mezunu olması gerektiğini ve işin de büyük bir şirkette çalışmayı gerektirdiğini varsayıyor.

Eğer bir üniversite diplomanız yoksa, genellikle yazılımcılara verilen H1B vizesini almanız mümkün olmuyor. Ama Steve Jobs, Bill Gates ve Michael Dell gibi isimleri dışarıda bırakan bir kriter iyi bir kriter olamaz. Ayrıca kendi şirketinizde çalışmanız için de vize alamıyorsunuz, sadece başkasının şirketinde çalışırken vize alabiliyorsunuz. Ve eğer vatandaşlık başvurusunda bulunmayı düşünüyorsanız, bir startup'ta çalışmayı hiç aklınıza getirmemelisiniz. Çünkü eğer sizinle çalışan şirket başarısız olursa ve iş yapmayı bırakırsa, her şeye sıfırdan başlamak zorunda kalırsınız.

Amerikan göç politikası, çoğu zeki insanı dışarıda bırakıyor ve kalanları da verimli olmayan işlere yönlendiriyor. Bu durumu iyileştirmek aslında epey kolay olabilir. Şimdi, biraz hayal edin ve göçü bir tür işe alım süreci gibi düşünün. Yani ülkenize en zeki insanları çekmek için bilinçli bir çaba göstermek gibi.

Göç konusunu doğru şekilde ele alan bir ülke büyük bir avantaja sahip olurdu. Bu noktada, sadece onları içeri alacak bir göç sistemiyle, zeki insanların gözdesi olabilirsiniz.

**İyi Bir Vektör**

Startupları çekmek için oluşturmanız gereken ortam, hiç de büyük fedakarlıklar gerektiren bir şey değil. Müthiş üniversitelere mi ihtiyaç var? Ya da yaşamak için güzel şehirlere mi? Sivil özgürlüklere mi? Esnek istihdam yasalarına mı? Zeki insanları ülkemize çekebilecek göç politikalarına mı? Ya da büyümeyi teşvik eden vergi yasalarına mı? Kendi Silikon Vadimizi yaratmak için ülkemizi riske atmak zorunda değiliz; çünkü zaten bunların hepsi kendi başına iyi şeyler.

Ve tabii ki, ""Bunu göze alabilir miyim?"" sorusu da var. Hırslı gençlerin varsayılan tercihinin, başkasının şirketi için değil, kendi şirketlerini kurmak olacağı bir geleceği düşünebilirim. Bu durumun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tam olarak kestiremiyorum, ancak şu anki eğilimler bu yönde gözüküyor. Ve eğer bu gelecekse, startup oluşturmayan yerler, Endüstri Devrimi'ni kaçıranlar gibi, bir adım geride kalacaklar.

#### Notlar

[1] Sanayi Devrimi'nin eşiğinde, İngiltere zaten dünyanın en zengin ülkesiydi. Bu durum, liderlerin nasıl zor kararlar vermek zorunda kaldığını bir kez daha gösteriyor.Bugün sizlere ilginç bir konudan bahsetmek istiyorum. 1750'deki İngiltere'nin kişi başına geliri, 1960'taki Hindistan'ınkiyle karşılaştırıldığında daha yüksekti. Evet, doğru duydunuz! Bu ilginç bilgi, Phyllis Deane'ın _İlk Sanayi Devrimi_ adlı kitabında yer alıyor. 

[2] Çin'in tarihinde de benzer bir durum yaşanmış. Ming Hanedanı döneminde, ülke sanayileşmeye sarayın emriyle sırt çevirmiş. Avrupa'nın bu dönemdeki avantajı, böyle bir durumu yapacak kadar güçlü bir hükümetinin olmamasıymış.

[3] İnsanlar arasında bazen ilginç benzerlikler bulunur. Mesela, Feynman ve Diogenes aynı çizginin insanlarıdır. Ancak Konfüçyüs, ne kadar nazik olursa olsun, ne düşüneceği konusunda yönlendirilmeyi hiçbir zaman kabul etmezdi.

[4] Benzer nedenlerle, İsrail'de bir Silikon Vadisi kurmak belki de nafile bir çaba olabilir. Oraya sadece Yahudilerin taşınacağı düşünülmekte ve sadece Yahudilerden oluşan bir toplulukla Silikon Vadisi'ni inşa edebileceğinizi sanmıyorum, tıpkı sadece Japonlarla bunu başaramayacağınız gibi. 

(Bu, bu grupların özelliklerine dair bir değerlendirme değil, sadece nüfuslarına dair bir bilgi. Japonlar dünya nüfusunun sadece %2'sini, Yahudiler ise sadece %0.2'sini oluşturuyor.)

Dünya Bankası'na göre, Alman şirketlerinin ilk sermaye ihtiyacı, kişi başına gelirin %47,6'sına denk geliyor. İnanılmaz, değil mi?

Dünya Bankası, _2006'da İş Yapma_, http://doingbusiness.org

[6] Tarih bazen acı hatıralarla doludur. Yirminci yüzyılın büyük kısmında, Avrupalılar 1914 yazısını bir rüya gibi anımsadılar. 1914 sonrası yılları bir kâbus olarak adlandırmak, onları bir rüya diye tanımlamaktan daha doğru görünüyor (ya da en azından aynı derecede doğru). Avrupalıların genellikle sadece Amerikalılara özgü olduğunu düşündüğü o iyimserlik, aslında 1914'te kendilerinin de hissettiği bir şeydi.

[7] Bazı durumlarda, işlerin ters gitmeye başladığı nokta %50 gibi görünüyor. Bu noktadan sonra insanlar vergiden kaçma konusunda ciddiye alıyorlar. Bunun nedeni, vergiden kaçınmanın getirilerinin aşırı hızlı bir şekilde artması (0 <x <1 için x/1-x). Eğer gelir vergin %10 ise, Monaco'ya taşınmak size sadece %11 daha fazla gelir sağlar, bu da ekstra yaşam maliyetini bile karşılamaz. Ama eğer vergin %90 ise, gelirin on katına çıkabilir. Ve eğer vergin %98 ise, ki bu durum 70'lerde İngiltere'de kısa bir süreliğine yaşanmıştı, Monaco'ya taşınmak gelirini elli katına çıkarabilir. 70'lerin Avrupa hükümetlerinin bu durumu dikkate alıp bu eğriyi çizmedikleri oldukça muhtemel.

Son olarak, bu yazının oluşmasında emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Trevor Blackwell, Matthias Felleisen, Jessica Livingston, Robert Morris, Neil Rimer, Hugues Steinier, Brad Templeton, Fred Wilson ve Stephen Wolfram'a, bu taslağı okudukları ve geri bildirimlerini paylaştıkları için teşekkürler. Ayrıca, konuşma yapmam için beni davet eden Ed Dumbill'a da minnettarım.""""

---

İlişkili Konseptler: Amerika'daki girişimler, Amerika'da girişimlerin neden başarılı olduğu, Silikon Vadisi'nin başarı faktörleri, Amerikan göç politikası ve girişimler, Amerikan üniversiteleri ve girişimler, Amerika'daki girişim sermayesi finansmanı, Amerikan iş kültürü, Amerikan yerel pazarı ve girişimler, Amerikan vergi yasaları ve girişimler, Amerika'da kariyer esnekliği, Amerikalıların girişimlere bakış açısı, girişim ortamını iyileştirme, bir girişim merkezi oluşturma."

Subscribe

Listen to Yiğit Konur'un Okuma Listesi using one of many popular podcasting apps or directories.

Spotify Pocket Casts Amazon Music YouTube
← Previous · All Episodes · Next →