← Previous · All Episodes · Next →
Lise Hayatında Bilmeniz Gerekenler: Merak, Hedefler ve Gerçek Dünya (What You'll Wish You'd Known) Episode 196

Lise Hayatında Bilmeniz Gerekenler: Merak, Hedefler ve Gerçek Dünya (What You'll Wish You'd Known)

· 34:28

|
"Paul Graham'ın 2005’te yazdığı bu makale, gençlere hayatlarına dair çeşitli tavsiyeler ve perspektifler sunuyor. Kendi yaşamlarını şekillendirmeleri ve sorgulamaları gerektiğini, yetişkin olmanın sorumluluk almakla başladığını ve bu sürecin herhangi bir yaşta başlayabileceğini vurguluyor. Ayrıca, gençlerin hayatlarını üniversiteye giriş yetkililerine göre şekillendirmemeleri, kendi meraklarına göre şekillendirmeleri gerektiğini belirtiyor. Kendi yeteneklerinizi ve ilgi alanlarınızı keşfetmenin ve bu doğrultuda çalışmanın önemini anlatıyor.

---

# Lise Hayatında Bilmeniz Gerekenler: Merak, Hedefler ve Gerçek Dünya (What You'll Wish You'd Known)

Ocak 2005

(Bu metni, bir lisede yapacağım konuşma için hazırlamıştım. Ne yazık ki, okul yetkilileri beni davet etme planını veto etti. Ama bu, sizinle paylaşmamı engellemiyor, değil mi?)

Bir lisede konuşma yapacağımı söylediğimde, arkadaşlarımın yüzlerindeki merakı görmek beni mutlu etti. ""Lise öğrencilerine ne söyleyeceksin?"" diye sorduklarında, onlara ""Lisede sana birinin ne söylemesini dilerdin?"" diye karşılık verdim. Cevaplarının çoğu, ""Hayat hakkında gerçekçi olmayan beklentilerimiz olmasını isterdik"" şeklindeydi. Dolayısıyla, hepimizin aynı şeyi istediğini söylemek istiyorum.

Öncelikle, lisede neyi bilmen gerektiğini anlatmak istiyorum: Hayatınla ne yapman gerektiği. İnsanlar sürekli bunu sorduğu için bir cevabınız olması gerektiğini düşünürsünüz. Ama aslında yetişkinler bunu genellikle bir konuşma başlatıcı niyetine sorar. Sizin nasıl biri olduğunuzu bilmek isterler ve bu soru sadece sizi konuşturmaya başlatmak için vardır. Bir yengeci sopayla dürtercesine bunu yaparlar; ne olacağını görmek için.

Eğer tekrar lisede olsaydım ve bana planlarım sorulsaydı, ilk önceliğimin opsiyonlarımın ne olduğunu öğrenmek olacağını söylerdim. Hayatınızın işini seçmek için acele etmenize gerek yok. Yapmanız gereken şey, neyi sevdiğinizi keşfetmek. Eğer yaptığınız şeyde iyi olmak istiyorsanız, sevdiğiniz şeyler üstünde çalışmalısınız.

Neyi sevdiğiniz hakkında karar vermekten daha kolay bir şey olamaz gibi gözüküyor olabilir. Ama aslında bu zor bir süreç. Bunun kısmen bir sebebi, çoğu işin aslında ne olduğunun bulunmasının zor olmasıdır. Doktor olmak, televizyonda görüldüğü gibi değildir. Neyse ki, hastanelerde gönüllülük yaparak gerçek doktorları gözlemleyebilirsiniz. [1]

Fakat henüz onları kimse yapmadığı için öğrenemeyeceğiniz başka meslekler de vardır. Geçtiğimiz on yıl içinde yaptığım çoğu iş, ben lisedeyken mevcut değildi. Dünya çok hızlı değişiyor ve bu değişim hızı da gittikçe artıyor. Böyle bir dünyada değişmez planlara sahip olmak pek de iyi bir fikir değil.

Yine de her Mayıs, ülkenin her yerinden konuşmacılar Standart Mezuniyet Konuşmasıyla coşturuyor, teması: hayallerinden vazgeçme. Ne demek istediklerini anlıyorum ama bunu ifade etmek için kötü bir yol bu. Çünkü öncesinde yapılan bir planla yükümlü olmanız gerektiğini ima eder. Bilişim dünyasında bunun bir adı var: Erken optimizasyon. Ve faciayla eş anlamlı. Bu konuşmacılar basitçe vazgeçme dese daha iyi yapmış olur.

Asıl demek istedikleri; demoralize olmayın. Başkalarının yapabildiklerini yapamayacağınızı düşünmeyin. Ve katılıyorum ki, potansiyelinizi hafife almayın. Harika işler yapmış kişiler farklı bir kulvardaymış gibi görünmeye meyillidir. Ve çoğu biyografi bu ilüzyonu sadece abartır. Bunun sebebi bir dereceye kadar biyografi yazarlarının kaçınılmaz şekilde ihtiramla bir yargıya düşmesi ve bir dereceye kadar da hikayenin nasıl bittiğini bildiklerinden öznenin yaşamını kadere bağlıymış gibi gözükesiye kadar konuyu düzenlemeleridir. Yani doğuştan gelen bir dehanın ortaya çıkışı gibi. Doğrusunu isterseniz, on altı yaşındaki Sheakspeare ya da Einstein sizinle beraber okulda olsaydı diğer arkadaşlarınızdan çok da farklı olmayacak kadar etkileyici gözükürlerdi.

Bu rahatsız edici bir düşünce. Tıpkı bizim gibi olsalardı yaptıklarını yapabilmek için çok çalışmak zorunda kalırlardı. Bu da dehalara inanmamızın başka bir sebebi. Bize tembel olmak için bir sebep verirler. Eğer bu adamlar yalnız biraz Sheakspeare’lik ya da Einstein’lık sayesinde yaptıklarını yapabildiyse o zaman onlar kadar iyi bir şey yapamamamız bizim suçumuz değildir.

Dehaların var olmadığını söylemiyorum. Ama eğer iki teori arasından seçim yapmaya çalışıyorsanız ve biri tembel olmanız için bir bahane veriyorsa, diğeri muhtemelen doğru olandır.

Şimdiye kadar Standart Mezuniyet Konuşmasını “hayallerinden vazgeçme”den “bir başkasının yaptığını sen de yapabilirsin”e indirgedik. Fakat daha da indirgemeliyiz. Doğal yeteneğin bazı varyasyonları vardır. Çoğu insan etkisini gözünde büyütür, ama vardır. Eğer hayali NBA’de oynamak olan 121 cm(4 ft) boyunda bir adamla konuşuyorsam, ona gerçekten denersen her şeyi başarabilirsin derken aptalca hissederdim.[2]

Haydi, **mezuniyet konuşmasını** biraz daha derinlemesine inceleyelim. Genellikle ""senin yeteneklerinde birinin yapabildiğini sen de yapabilirsin ve kendi yeteneklerini hafife alma"" şeklinde özetlenir. Ama ne zaman gerçeğe yaklaşsak, cümleler dağınıklaşmaya başlar. Güzel bir sloganı alır, onu bir çamur birikintisi gibi karıştırırız. Sonuç? İyi bir konuşma olmaktan çıkar. Daha da kötüsü, size ne yapmanız gerektiğini söylemez. Sizin yetenekleriniz neler? Hangi yeteneklerinizle nereye gidebilirsiniz?

Rüzgara karşı

Bence çözüm, ters istikamette çalışmakta. Bir hedef belirlemek yerine, umut vaadeden bir soruyla başlamak daha iyi olabilir. Aslında, çoğu başarılı insanın yaptığı da budur.

Mezuniyet konuşması yaklaşımında, yirmi yıl sonra nerede olmak istediğinize karar verirsiniz ve sonra o hedefe ulaşmak için ne yapmanız gerektiğini düşünürsünüz. Ama belki de geleceğe taahhüt etmek yerine, şu anki olanaklara bakıp, sonrasında en umut vaadedeni seçmenizi öneririm.

Zamanınızı boşa harcamadığınız sürece, üstünde çalıştığınız şeyin pek bir önemi yok. İlginizi çeken şeyler üzerinde çalışarak, seçeneklerinizi artırabilirsiniz. Ve neyi seçeceğiniz hakkında sonra endişelenirsiniz.

Örneğin, matematik mi yoksa ekonomi mi okumak istediğinize karar vermeye çalışan bir üniversite öğrencisi olduğunuzu düşünelim. Matematik, size daha çok seçenek sunar: Matematikten başka birçok alana yönelebilirsiniz. Ekonomide uzmanlaşmak yerine, matematikte uzmanlaşmak daha kolay olabilir.

Bunu bir planörün uçurulmasına benzetebiliriz. Bir planörün motoru olmadığı için, irtifa kaybetmeden rüzgara doğru uçamazsınız. Eğer kendinizi iyi yerlere inmek için uzun süre rüzgara bırakırsanız, seçenekleriniz rahatsız edici bir biçimde daralır. Bir kural olarak, rüzgara karşı kalmalısınız. Yani ""hayallerinden vazgeçme"" yerine, yeni bir değişiklik öneriyorum. Rüzgara karşı uç.

Peki, bunu nasıl yaparsınız? Matematik, ekonomiye göre rüzgara karşıysa(?) bile, bunu bir liseli olarak nasıl bilebilirsiniz?

Aslında, bilemezsiniz ve öğrenmeniz gereken de budur. Zeki insanları ve zor problemleri arayın. Zeki insanlar bir araya gelmeye meyillidir ve eğer böyle bir grup bulabilirseniz, muhtemelen katılmaya değerdir. Ama onları bulmak kolay değildir çünkü çok fazla sahtekarlık mevcut.

Üniversiteye yeni başlamış birine bütün departmanlar aşağı yukarı aynı gözükür. Bütün profesörler korkutucu bir biçimde entelektüel gözükür ve alan-dışı insanlara anlaşılmaz gelen makaleler yayımlar. Bazı alanlarda makaleler anlaşılmazdır çünkü zor fikirlerle doludur, diğerlerindeyse istemli olarak sanki önemli şeyler söylermişcesine muğlak yazılırlar. Bu skandal bir önerme olabilir ama ünlü Social Text hadisesinde deneysel olarak kanıtlanmıştır. Literatür teoristleri tarafından yazılan makalelerin sıklıkla sadece entelektüel duyulan saçmalıklar olduğu şüphesiyle bir fizikçi bilerek entelektüel duyulan saçmalıkla dolu bir makale yazdı ve bir literatür teorisi dergisine başvurdu. Makalesini yayımladılar.

En iyi siper yöntemi her zaman zor problemler üstünde çalışmaktır. Roman yazmak zordur. Okumak değildir. Zor demek endişe demektir: Eğer yaptığın bir şeyin sonucunun kötü olacağı hakkında endişelenmiyorsan ya da çalıştığın bir şeyi anlamamaktan endişe duymuyorsan yeterince zor değil demektir. Gerilim olmalıdır.

Bunun tatsız bir dünya görüşü olduğunu düşünebilirsiniz. Size endişelenmeniz gerektiğini mi söylüyorum? Evet, ama aslında bu kulağa gelen kadar kötü bir şey değil. Endişelerin üstesinden gelmek canlandırıcıdır. Altın madalya kazanmış insanlardan daha mutlusunu göremezsiniz. Peki neden çok mutlular biliyor musunuz? Sıkıntıdan kurtulma.

Bunun mutlu olmanın tek yolu olduğunu söylemiyorum. Sadece bazı endişeler sanıldığı kadar kötü bir şey değildir.

Azim

Pratikte ""rüzgara karşı uçmak"", ""zor problemler üstünde çalışmak""ı azaltır. Bugünden itibaren başlayabilirsiniz. Keşke ben de bunu lisede anlasaydım.

Çoğu insan yaptıkları şeyde iyi olmayı sever. Sözde gerçek dünyada bu durum itici bir güçtür. Ama liseliler bundan nadiren faydalanabilir çünkü onlara yapılması gereken sahte bir şey verilir.Lisedeyken, kendimi bir liseli olarak tanımlamıştım. Yani, yaptığım her şeyde iyi olmanın önemini sadece okul başarısıyla ölçüyordum. Ama zamanla, yetişkinler ve liseliler arasındaki farkın sadece ""geçinme derdi"" olmadığını fark ettim. Asıl fark, yetişkinlerin kendi sorumluluklarını üstlenmeleriydi. Geçinmek sadece bu sorumlulukların küçük bir parçası. Daha önemlisi, kişinin kendi entelektüel gelişimi için sorumluluk almasıydı.

Eğer liseye tekrar gitme şansım olsaydı, ona bir gündelik iş gibi yaklaşırdım. Bu, okulda kaytarmak anlamına gelmez. Bir şeye gündelik iş gibi yaklaşmak, onu kötü yapmak anlamına gelmez. Sadece onunla tanımlanmamak demektir. Ben de aynı şekilde, kendimi bir liseli olarak görmek yerine, bir garson olarak çalışan bir müzisyen gibi görürdüm. Ve herhangi bir gündelik işte çalışmadığım zaman, gerçek bir iş yapmaya çalışırdım.

İnsanlara lise hakkında neyden pişman olduklarını sorduğumda, neredeyse hepsi aynı şeyi söyledi: ne kadar zamanı ziyan ettikleri. Şu an yaptığınız herhangi bir şeyden sonra pişman olacağınızı düşünüyorsanız, muhtemelen o şeyi yapmamalısınız.

Bazı insanlar, liselilerin bir şeyi becerme kapasitesinin olmadığını söyler. Ama bence bu doğru değil. Kanıtı, canınızın sıkılmasıdır. Muhtemelen sekiz yaşındayken canınız sıkılmıyordu. Sekiz yaşındayken ""takılmak"" yerine ""oyun oynamak"" vardı ama aslında aynı şey. Ve ben sekiz yaşındayken nadiren sıkılırdım. Bana bir bahçe ve birkaç başka çocuk verirseniz, tüm gün oyun oynayabilirdim.

Bu durumun ortaokulda ve lisede eskimesinin nedeni, şimdi farkına varıyorum ki, başka bir şey için hazır olmamdı. Çocukluk eskiyordu.

Size arkadaşlarınızla takılmamanızı söylemiyorum. Hepinizin keyifsiz, işten başka hiçbir şey yapmayan küçük robotlar olmanızı söylemiyorum. Arkadaşlarla takılmak, çikolatalı pasta gibidir. Her öğün yemektense arada bir yiyerek daha çok tadına varabilirsiniz. Ama çikolatalı pastayı ne kadar severseniz sevin, üçüncü öğünden sonra rahatsız hissetmeye başlarsınız. Ve bu da lisede keyifsiz birinin ne hissettiğidir: mental rahatsızlık.

Yüksek notlar almaktan fazlasını yapmalıyım diye düşünebilirsiniz. Müfredat dışı aktiviteler yapmalıyız. Ama siz de bildiğiniz gibi, çoğu zaman bunlar boş uğraşılar. Bir hayır kuruluşu için bağış toplamak takdire şayan bir şeydir, ama zor değildir. Bir şeyi becermiş olmak da değildir. Bir şeyi becermiş olmak derken, yazmayı, bilgisayarın nasıl programlandığını, endüstri öncesi toplulukları ya da yaşamdan insan portresi çizmeyi öğrenmeyi kast ediyorum. Bu tür şeyler nadiren üniversite başvurularında bir reklam malzemesine çevrilebilir.

Hayatınızı üniversiteye gitmek etrafında tasarlamak tehlikelidir çünkü üniversiteye gitmek için etkilemeniz gereken insanlar çok da zeki değildir. Çoğu üniversitede sizin kazanıp kazanmadığınıza karar verenler profesörler değil kabul komitesidir ve zekaları profesörlerin yakınına bile yaklaşamaz. Onlar entelektüel dünyanın erbaşlarıdır. Sizin ne kadar zeki olduğunuzu söyleyemezler. Hazırlık okullarının var oluş sebebi bunun başlı başına bir kanıtır.

Çok az ebeveyn, çocuklarının başvuru ihtimalini arttırmayan bir okula gitmeleri için fazlaca para öder. Hazırlık okulları açıkca bunun bir amaçları olduğunu söyler. Ama aslında bunun gerçek anlamı, durup düşündüğünüzde, başvuru sürecini hackleyebildikleridir: yerel devlet okuluna gitmiş bir çocuğu alıp göz alıcı bir aday haline getirebildikleri.

Şu an çoğunuz hayattaki işinizin umut verici bir üniversiteli adayı olmak olduğunu hissediyorsunuz. Ama aslında bunun anlamı, hayatınızı bunu bozmaya çalışmış koca bir endüstrinin olduğu akılsız bir süreci tatmin etmek etrafında tasarlamaktır. Sinik biri olmanızın nedeni ortada. Bir TV programı yapımcısı veya tütün endüstrisi yöneticisinin hissettiği yorgunlukla aynı şeyi hissediyorsunuz. Üstelik yeterince para almıyorsunuz bile.

Peki ne yapmalısınız? Ne yapmamanız gerektiği isyan etmek. Bu benim ne yaptığımdı ve bir hataydı. Bize tam olarak ne olduğunu anlayamadım ama major bir ihanetin kokusunu aldım. Ben de basitçe vazgeçtim.Dünya bazen öyle bir hale gelir ki, her şeyin rayından çıktığını düşünürüz. Bu durumda, denemek ve çabalamak ne anlama gelir ki? 

Bir zamanlar bir hoca arkadaşımın Cliff's Notes kullanarak ders çalıştığını öğrendiğimde, derslerin ne kadar anlamsız göründüğünü fark ettim. Sonuçta, böyle bir durumda yüksek not almanın hiçbir anlamı kalmazdı, değil mi?

Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, ne kadar aptalca davrandığımı görüyorum. Bir futbol maçında birine faul yapılırsa, o kişi hakeme dönüp ""Evet, sana faul yaptım"" demez ve sahayı terk etmez, değil mi? Fouller olur. Foul yediğinde yapman gereken tek şey serinkanlılığını korumaktır. Sadece oynamaya devam et.

Aslında, toplum seni bu duruma sokarak sana bir oyun oynadı. Evet, tam da tahmin ettiğin gibi, derslerde öğrendiğin çoğu şey saçmalık. Ve yine evet, tahmin ettiğin gibi, üniversite başvuru süreci büyük ölçüde bir maskaralıktır. Ama tıpkı birçok başka kandırmaca gibi, bu da kasıtlı değildi. [7] Yani, sadece oynamaya devam et.

İsyankarlık da itaat etmek kadar aptalcadır. Her iki durumda da, kendini sana söylenen, yapılması gerekenle tanımlamış olursun. Bana göre, en iyi plan dikey bir vektöre adım atmaktır. Sadece sana söyleneni yapma ve yapmayı da reddetme. Bunun yerine, okulu bir gündelik iş gibi gör. Gündelik iş gibi oldukça tatlıdır. Saat 3'te işin biter ve oradayken bile kendi çalışmaların üstünde çalışabilirsin.

Peki, gerçek işin ne olmalı? Eğer Mozart değilsen, ilk işin bunu anlamaktır. Üstünde çalışılabilen harika şeyler nelerdir? Hayalperest insanlar nerede? Ve en önemlisi, neye ilgin var? ""Yatkınlık"" kelimesi aldatıcı olabilir çünkü doğuştan gelen bir şeyi ifade eder. En güçlü yatkınlık, bir soru üstünde ilgili olmaktır ve bu tarz ilgiler sıklıkla kazanılan hazlardır.

Bu fikrin çarpıtılmış bir versiyonu, popüler kültüre ""tutku"" olarak geçiş yaptı. Geçenlerde garsonlar için ""hizmet için tutkulu"" insanlar aradıklarını söyleyen bir reklam gördüm. Ama gerçekte, bu masalara bakarak sahip olunabilecek bir şey değildir. Tutku bunun için kötü bir kelime. Daha iyi bir isim merak olabilirdi.

Çocuklar da meraklıdır. Ama benim meraktan kastımın çocuksu meraktan daha farklı bir anlamı var. Çocuksu merak geniş ve yüzeyseldir; her türlü rastgele şeye neden diye sorarlar. Çoğu yetişkinde bu merak duygusu tamamen kurur. Ki öyle olmalıdır da: eğer her şeye neden diye sorarsanız hiçbir şeyi tamamlayamazsınız. Ama azimli yetişkinlerde kurumak yerine merak sınırlanır ve derinleşir. Çamur düzlüğü bir kuyuya dönüşür.

Merak bir işi oyuna dönüştürür. Einstein için görelilik, sınav için öğrenmesi gereken zor konseptlerle dolu bir kitap değildi. Çözmeye çalıştığı bir gizemdi. Dolayısıyla muhtemelen ona göre bunun icadı, şimdi birinin ders için öğrenmesinden daha az iş gibi gelmiştir.

Okuldan alabileceğiniz en tehlikeli yanılsamalardan biri, büyük işler yapmanın çokça disiplin gerektirdiğidir. Okulda öğretilen çoğu ders o kadar sıkıcı bir şekilde anlatılır ki onları geçebilmenin tek yolu disiplinli olmaktır. Bu yüzden üniversitenin erken dönemlerinde Wittgenstein'den hiç özdisiplini olmadığını ve bir kahveyi bile reddedemediğini söylediği bir anekdotu okuduğumda oldukça şaşırmıştım.

Şimdiyse harika işler yapan birçok insan tanıyorum ve hepsinde de aynı şey var. Çok az disiplinleri var. Hepsi de felaket erteleyiciler ve ilgilerini çekmeyen bir şeyi yapmayı neredeyse imkansız buluyorlar. Bir tanesi hala dört yıl önceki düğününden kalan teşekkür mektuplarının yarısını yollamadı. Bir başkasının mail kutusunda 26.000 email var.

Özdisiplinsiz olmanın sizi kurtaracağını söylemiyorum. En azından koşuya gitmek için gereken kadar disipline ihtiyacınız var. Çoğu zaman kendim koşuya gitmeye gönülsüzümdür ama bir kere gidince zevkine varırım. Dahası, günlerce koşmazsam da hasta hissederim. Harika işler yapanlar için de geçerlidir bu. Eğer çalışmazlarsa kötü hissedeceklerini bilirler ve masanın başına geçip çalışmaya başlamak için yeterince disiplinleri vardır. Ve bir kere başladıklarında ilgi egemen olur ve disipline artık ihtiyaç kalmaz.

Sizce Shakespeare dişlerini gıcırdatarak, özenle mi harika edebiyat yazdı? Tabii ki hayır. Sadece eğleniyordu. Bu yüzden, hayatta yapmak istediğiniz şeyi bulun ve onu yaparken eğlenin. Çünkü sonuçta, hayat bir oyun, değil mi?Bu yüzden o kadar iyiydi, çünkü büyük işler yapmak isteyenler için en önemli adım, umut veren bir soru hakkında merak duymaktır. Einstein'ın Maxwell'in hesaplamalarına baktığı an gibi, ""Burada neler oluyor?"" diye sormak, gerçek bir keşif yolculuğunun başlangıcı olabilir.

Verimli bir soru bulmak zaman alabilir, çünkü asıl konunun ne olduğunu anlamak zaman alır. Matematikle ilgili bir örnek vermek gerekirse, çoğu kişi matematikten nefret ettiğini düşünür. Ama aslında, okulda ""matematik"" adı altında yaptığınız şeyler, gerçek matematikçilerin yaptığı şeylerle hiçbir ilgisi yoktur.

Büyük matematikçi G. H. Hardy, lisede matematiği sevmediğini söyledi. Matematikle ilgilenmedi, çünkü sadece diğer öğrencilerden daha iyi olduğu için matematik aldı. Ama sonra fark etti ki matematik aslında ilginç bir şeydi - sadece doğru cevapları bilmek yerine, doğru soruları sormaya başladı.

Bir arkadaşım, okul için bir yazı yazması gerektiğinde annesinin ona söylediği bir şeyi hatırlattı: ""Bir yol bulup onu ilginç kıl."" İşte sizin de yapmanız gereken bu: dünyayı ilginç kılan bir soru bulmak. Büyük işler yapan insanlar da dünyaya geri kalan herkes gibi bakar, tek farkla, mücbir şekilde gizemli, tuhaf detayları fark ederek.

Ve bu sadece entelektüel meselelerle sınırlı değil. Henry Ford'un büyük sorusu, neden arabaların bir lüks eşyası olmak zorunda olduğuydu. Onlara ticari birer araç gibi baksak ne olurdu? Franz Beckenbauer'in sorusu ise, neden savunucular da gol atamasın ki? Neden sadece hücum oyuncuları gol atabilsin?

Şimdi, eğer büyük soruların ortaya çıkması yıllar alıyorsa, on altı yaşında ne yapabilirsiniz? Bir tane soru bulmak için çalışabilirsiniz. Büyük sorular birdenbire ortaya çıkmaz. Zamanla kafanızda şekillenir. Ve onları şekillendiren de deneyimdir. Bu nedenle, büyük sorular bulmanın yolu onları aramak değildir ya da hangi büyük buluşu yapabilirim diye düşünmek de değildir. Bunu cevaplayamazsınız. Aksi takdirde, çoktan yapmış olurdunuz.

Büyük bir fikrin kafanızda belirmesinin yolu, büyük fikirleri kovalamak değil, ilginizi çeken şeylere zaman ayırmak ve bu süreçte zihninizi büyük bir fikrin filizlenebileceği kadar açık tutmaktır. Eisntein, Ford ve Beckenbauer bu reçeteyi kullandı. Hepsi de bir piyanistin müzik anahtarlarını bildiği gibi çalışmalarını biliyordu. Bu yüzden ne zaman bir şey onlara hatalı gözükse, bunun farkına varabilecek özgüvenleri vardı.

Zaman ayırmak... Peki neye ve nasıl? Sadece size ilginç gelen bir proje seçin: bir materyal üzerine uzmanlaşmak, bir şey yapmak ya da herhangi bir soruya cevap vermek. Bir aydan kısa sürecek ve bitirme imkanınız olan bir proje seçin. Sizi yalnızca ve özellikle başta zorlayacak bir proje olsun. İki proje arasında kaldıysanız, daha eğlenceli olanı seçin. Biri elinizde patlarsa, bir başkasına başlayın. Tıpkı bir içten yanmalı motor gibi, süreç kendini idame ettirebilene kadar ve bir proje başkasını ortaya çıkarana kadar devam edin. (Bu yıllar sürebilir.)

Bir projeyi sadece ""okul için"" yapmak sizi kısıtlayacaksa ve bir işe dönüşecekse yapmamak daha adil olabilir. İsterseniz, çok olmamak ve güvenilir olmaları kaydıyla, arkadaşlarınızı da dahil edebilirsiniz. Arkadaşlar, moral desteği sağlar (çok az girişim tek kişiyle başlamıştır), fakat gizliliğin de kendine has avantajları vardır. Gizli bir projeyle ilgili tatmin edici bir şey vardır. Ayrıca, başarısız olursanız, kimse bilmeyeceği için daha çok risk alabilirsiniz.

Projeniz, ulaşmanız gereken hedefe giden yolda ilerlemiyorsa endişelenmeyin. Yollar, sandığınızdan daha çok eğilip bükülür. Bu yüzden, yolun, projenizi büyütmesine izin verin. Heyecanlanılması gereken en önemli şey, yaparken öğreniyor olmanızdır.

Yakışıksız motivasyonları göz ardı etmeyin. Bir işte diğerlerinden daha iyi olmak, en güçlü motivasyonlardan biridir. Hardy, onu yola çıkaranın bu olduğunu söyler ve bana göre onun hakkındaki tek sıradışı şey, bunu kabul edebilmesidir. Bir başka güçlü motivasyon kaynağı ise yapmamanız gereken şeyleri yapma veya öğrenme isteğidir. Benzer bir arzu da cüretkar bir şey yapmaktır. On altı yaşındakilerin roman yazmasına gerek yoktur.Her başarılı deneyim, hesabınıza bir artı olarak geçer. Başarısızlık ise sadece beklentilerin altında kalmaktır, daha kötü bir şey değil. Bu yüzden, deneyip başarabileceğiniz her şeyi denemekten çekinmeyin. [8]

Kötü rol modellerinin farkına varmak önemlidir. Özellikle tembelliği bahane edenler... Ben lisedeyken, ünlü yazarların ""varoluşçu"" kısa hikayelerini yazmaya çalışırdım. Hikayelerim belki çok entrikalı değildi, ama derinlikleri vardı. Ve eğlenceli hikayeler yazmaktan daha kolaydı. Bu aslında bir tehlike işaretiydi. Çünkü kendi hikayelerimi oldukça sıkıcı bulurdum. Beni heyecanlandıran şey, ciddi ve entelektüel şeyler yazmaktı, tıpkı ünlü yazarlar gibi.

Ama şimdi, o ünlü yazarların aslında ne kadar berbat olduklarını anlayabiliyorum. Birçok ünlü insan berbattır, kısa vadede bir kişinin işinin kalitesi ünlülüğün çok küçük bir etmenidir. Havalı görünmek için endişelenmek yerine, sevdiğim şeyi yapmalıydım. Havalı olmaya giden yol da zaten budur.

Çoğu projenin kilit noktası, neredeyse kendi başına bir proje olan, iyi kitaplar bulmaktır. Ama çoğu kitap kötüdür. Neredeyse bütün ders kitapları kötüdür. [9] Bu yüzden, konuya en yakın olan bir kitaptan konuyu öğrenebileceğinizi sanmayın. Azıcık iyi bir kitabı bulmak için aktif bir şekilde araştırma yapmalısınız.

Mühim olan, dışarı çıkıp bir şeyler yapmaktır. Öğretilmeyi beklemek yerine, dışarı çıkın ve öğrenin.

Hayatınız, başvuru komitesi tarafından şekillenmek zorunda değil. Kendi merakınız tarafından da şekillenebilir. Bu, bütün azimli yetişkinler için geçerli. Başlamak için beklemek zorunda değilsiniz. İçinizde belli bir yaşa erdikten ya da bir yerden mezun olduktan sonra sihirli bir şekilde açılacak bir düğme yok. Kendi hayatınız için sorumluluk almaya karar verdiğinizde birer yetişkin olursunuz. Bunu da her yaşta yapabilirsiniz. [10]

Bu saçmalığın daniskası gibi duyulabilir. Bir yetişkin bile değilim, hiç param yok, evde yaşamaktan başka çarem yok ve tüm gün yetişkinler bana ne derse onu yapmak zorundayım diye düşünebilirsiniz. Oysaki çoğu yetişkin aynı şekilde külfetli şartlar altında işçilik yapıyor ve bir şeyleri tamamlayabiliyorlar. Eğer çocuk olmanın kısıtlayıcı olduğunu düşünüyorsanız bir de çocuk sahibi olmayı hayal edin.

Liseliler ve yetişkinler arasındaki tek fark, yetişkinlerin bir şeyleri yapmak zorunda olduklarını fark etmesi ve liselilerin etmemesidir. Bu farkındalık çoğu insana 23 yaşında geliyor. Ama ben size gizli bir erken giriş veriyorum. Dolayısıyla işe koyulun. Belki de liseden kalan pişmanlığın ne kadar zamanı ziyan ettiği olmayan ilk jenerasyon olabilirsiniz. [1] Bir doktor arkadaşım bunun bile kusurlu bir yorum olduğunu söylüyor: ""Kim bilebilirdi ki sonsuz yıllar süren çalışmaların ne kadar zaman alıp, üstünde birinin ne kadar az kontrole sahip olduğu ve bir çağrı cihazı taşımanın ne kadar inanılmaz derecede can sıkıcı olduğunu?"" [2] Muhtemelen en iyi iddiası bir diktatör olup NBA'nin gözünü onu oyuna sokmak için korkutmaktır. Şimdiye kadar herhangi birinin en yakın geldiği nokta Çalışma Bakanlığı oldu. [3] Gündelik iş, bir grupta çalmak ya da göreliliği icat etmek gibi gerçekten yapmak istediğiniz şeyi yapabilin diye faturaları ödemek için yapılan iştir.

Liseye bir gündelik iş gözüyle bakmak, aslında bazı öğrencilerin notlarını yükseltmesi için gerçekten işe yarayabilir. Derslerinize bir oyunmuşçasına yaklaşırsanız, amaçsız gözükseler bile demoralize olmazsınız.

Notlarınız ne kadar kötü olursa olsun, iyi bir okula gitmek için yüksek notlara ihtiyacınız vardır. Bu yapmaya değerdir çünkü üniversiteler şimdilerde bir sürü zeki insan grubunun gittiği yerler. [4] En büyük ikinci pişmanlık, önemsiz meseleleri çok fazla kafaya takmaktı. Özellikle başkalarının onlar hakkında ne düşündüğü.

Bence ikinci durumda asıl demek istedikleri, rastgele insanların onlar hakkında ne düşündüğü. Yetişkinler de başkalarının ne düşündüğünü önemser ama onlar başkaları hakkında daha seçicidir.

Fikrini önemsediğim yaklaşık otuz arkadaşım var ve gerisi benim için önemsiz.Lise döneminde karşılaşılan birçok sorun var. Bunlardan biri, arkadaşlarının seni yargılamasından daha çok, senin için seçilmiş olmanın ve coğrafyanın bir tesadüf olması. Zaman kaybetmenin en büyük sebebi dikkat dağınıklığı. Eğer dikkatin dağılmazsa, hiçbir şey yapmıyor olmanın farkına varırsın ve bu da rahatsızlık hissi yaratır. Dikkat dağıtıcı etkenlere ne kadar bağımlı olduğunu ölçmek istersen, bir deney yapabilirsin: Bir hafta sonu, belli bir zaman dilimini yalnız bir şekilde oturmak ve düşünmek için ayır. Düşüncelerini yazmak için bir defterin olabilir, ama başka bir şey olamaz: arkadaşlar, TV, müzik, telefon, IM, email, İnternet, oyunlar, kitaplar, gazeteler, ya da magazinler... Bir saat içinde çoğu insan, oyalayıcı bir şeyler için açlık duymaya başlar.

Hazırlık okullarının tek işlevinin, bavuru komitelerini kandırmak olduğunu ima etmiyorum. Genellikle daha iyi bir eğitim de sunarlar. Ama şu düşünce deneyine bakalım: Varsayalım ki hazırlık okulları aynı üstün eğitimlerini sürdürsün ama üniversite başvurularında küçücük(.001) bir negatif etkiye sahip olsun. Kaç tane ebeveyn hala çocuklarını bu okullara gönderirdi?

Hazırlık okullarına giden çocukların daha çok şey öğrendiği ya da daha iyi üniversiteli adayı olduğu tartışılabilir. Ama bu durum deneysel olarak yanlıştır. En iyi lisede bile ne öğrendiğin üniversitede öğreneceğine göre hata doludur. Devlet okulu öğrencileri az bir dezavantajla üniversiteye başlayabilir ama ikinci sınıftan itibaren öne geçmeye başlarlar.(Devlet okulu çocuklarının, herhangi bir kolejde yer almaları dışında, hazırlık öğrencilerinden daha zeki olduklarını söylemiyorum. Hazırlık okullarının çocukların kabul beklentilerini iyileştirdiğini kabul ederseniz, bu mutlaka takip eder.)

Neden toplum sizi kandırır? Çoğunlukla kayıtsızlıktan. Liseleri daha iyi olmaya iten hiçbir dış güç yok. Hava trafik kontrol sistemi aksi takdirde uçaklar çarpışabileceği için çalışır. İşletmeler temin etmelidir yoksa rakipleri müşterilerini çalar. Ama liseniz berbatsa hiçbir uçak kaza yapmaz ve bir rakibi yoktur. Lise şeytani değildir, rastlantısaldır; ama rastlantısal da yeterince kötüdür.

Ve tabii ki bir de para var. Lisede çok büyük bir faktör değildir çünkü istediğiniz kadar şey yapamazsınız. Ama birçok harika şey esasen para kazanmak için yapılmıştır. Samuel Johnson “Bir mankafa dışında hiç kimse para hakkında yazmamıştır.” der.(Birçoğu abarttığını umar.)

Üniversite ders kitapları bile kötüdür. Üniversiteye gittiğinizde göreceksiniz ki(birkaç fevkalade istisna dışında) ders kitapları alanındaki uzman kişiler tarafından yazılmamıştır. Üniversite ders kitaplarını yazmak çoğunlukla paraya ihtiyacı olan kişilerin yaptığı tatsız bir iştir. Tatsız bir iş olmasının nedeninin basımcıların çok fazla kontrol kullanmasıdır ve sizin ne yaptığınızı anlamayan birinin yakın teftişinden başka çok az daha kötü şey vardır. Görünüşe göre bu fenomen lise ders kitaplarının yapımında daha da kötü bir halde.

Hocalarınız her zaman bir yetişkin gibi davranmanızı söyler. Merak ediyorum da eğer gerçekten bunu yapsaydınız hoşlarına gider miydi. Gürültülü ve dağınık olabilirsiniz ama yetişkinlere göre çok daha uysalsınız. Eğer gerçekten yetişkin gibi davranmaya başlasaydınız bu tıpkı bir avuç yetişkinin bedenlerinizi ele geçirmesi gibi olurdu. Bir FBI ajanına, taksi şoförüne veya muhabirine tuvalete gitmek için izin alması gerektiği ve her seferinde yalnızca bir kişin gidebildiğinin söylendiğini hayal edin. Size hiç öğretilmeyen şeyler olurdu. Bir avuç gerçek yetişkin kendilerini lisede kapana kısılmış halde bulsalar yapacakları ilk şey hemen bir birlik oluşturmak ve yönetimle kuralları müzakere etmek olurdu.

Bu yazının taslaklarını okuyan Ingrid Bassett, Trevor Blackwell, Rich Draves, Dan Giffin, Sarah Harlin, Jessica Livingston, Jackie McDonough, Robert Morris, Mark Nitzberg, Lisa Randall ve Aaron Swartz'a ve lise hakkında konuştuğum diğer birçok kişiye teşekkür ederim.""""

---

İlişkili Konseptler: lise tavsiyeleri, lise sonrası hayat, tutkunu bulma, merakın önemi, okul dışında öğrenme, deneyimin önemi, kendi hayatını şekillendirme, entelektüel sorumluluk, lise zorluklarının üstesinden gelme, yeteneklerini anlama, zor problemlerin önemi, hırs ve motivasyon, öz disiplin ve erteleme, iyi kitapların önemi, dikkat dağıtıcılarla başa çıkma, ilgi alanlarını anlama, dünyayı sorgulama, iyi notların önemi, lise ve yetişkinlik, lise ve üniversite, lise eğitiminin değeri, lise vs gerçek dünya, lise ve yaşam hedefleri, lise ve kariyer planlama, lise ve kişisel gelişim."

Subscribe

Listen to Yiğit Konur'un Okuma Listesi using one of many popular podcasting apps or directories.

Spotify Pocket Casts Amazon Music YouTube
← Previous · All Episodes · Next →