← Previous · All Episodes · Next →
Düşüncelerimizdeki Tabular ve Onları Aşabilme Üzerine Bir İnceleme (What You Can't Say) Episode 194

Düşüncelerimizdeki Tabular ve Onları Aşabilme Üzerine Bir İnceleme (What You Can't Say)

· 39:18

|
"Paul Graham'ın 2004’de yazdığı bu makale, toplumun tabu olarak gördüğü ve söylenmesi 'yasak' olan şeyleri ele alıyor. Graham, düşünceleri ve inançları sorgulamanın, kültürel ve toplumsal normlara meydan okumanın önemini vurguluyor. Kendi düşüncelerimizi açıkça ifade etmek yerine, bu düşünceleri derinlemesine düşünmeyi ve analiz etmeyi teşvik ediyor. Ayrıca, zaman ve kültürün perspektifinden bakarak 'söylenemeyen' kavramları anlamaya çalışmanın değerini vurguluyor. Bu yazı, okuyucuya düşünce özgürlüğü ve ifade özgürlüğü konusunda derinlemesine bir bakış sunuyor.

---

# Düşüncelerimizdeki Tabular ve Onları Aşabilme Üzerine Bir İnceleme (What You Can't Say)

Ocak 2004

Bazen eski fotoğraflarımıza bakarız ve ""Gerçekten mi bu şekilde giyiniyorduk?"" diye düşünmeden edemeyiz. Evet, gerçekten öyle giyiniyorduk. Ve o zamanlar ne kadar tuhaf göründüğümüzün farkında bile değildik. Moda, zamanın ruhunu yansıtır derler ya, işte tam da öyle. Modanın akışını hissedemez, kendimizi de objektif bir şekilde göremezsiniz.

Ama beni asıl korkutan şey, ahlaki modaların da var olması. Bunlar, diğer modalar gibi keyfi ve çoğu kişi tarafından fark edilmez. Ama daha tehlikelilerdir. Moda, iyi tasarım sanılır; ahlaki moda da iyilik zannedilir. Tuhaf giyinmekle insanlar sadece alay eder. Ama ahlaki modaları ihlal etmek, işten atılmanıza, dışlanmanıza, hapse atılmanıza hatta öldürülmenize bile yol açabilir.

Eğer bir zaman makinesiyle geçmişe dönebilseydiniz, her gittiğiniz yerde tek bir gerçekle karşılaşırdınız: söylediklerinize dikkat etmek zorunda kalırdınız. Bugün zararsız olarak düşündüğümüz görüşler, sizi büyük belalara sokabilirdi. Hatta benim bile bu yazıda söylediğim bir şey, 17. yüzyılda Avrupa'nın çoğu yerinde bana büyük sıkıntılar çıkarabilirdi. Galileo'nun da başına büyük belalar açan bu söz, ""dünya hareket ediyor"". [1]

Bu, tarih boyunca sürekli bir gerçek gibi: Her dönem insanlar, adeta gülünç derecede saçma şeylere inanıyorlar. Üstelik bu inançlarına o kadar sıkı sıkıya bağlılar ki, aksi bir şey söylediğinizde başınıza bela oluyor.

Peki, bizim zamanımız başkalarından farklı mı? Biraz tarih okumuşsanız, cevap hemen hemen kesinlikle 'hayır' olacaktır. Eğer bizim dönemimiz her şeyi kusursuzca yapan ilk dönemse, bu gerçekten inanılmaz bir tesadüf olurdu.

Gelecekteki insanların gülünç bulacağı şeylere inanıyor olmak, insanı tahrik eden bir düşünce. Eğer bir zaman makinesiyle gelecekteki birisi geriye dönüp bizi ziyarete gelseydi, hangi konularda dikkatli olup ne söylememesi gerektiğini hiç düşündünüz mü? İşte tam da bunu burada incelemek istiyorum. Ama sadece herkesi günün tabu konusuyla şaşırtmak istemiyorum. Ben, her dönemde hangi konuların tabu olduğunu keşfetmek için genel bir formül bulmak istiyorum.

**Konformist Testi**

Hadi bir testle başlayalım: Arkadaşlarının önünde söylemeye çekineceğin bir fikrin var mı?

Eğer cevap hayır ise, belki de biraz durup düşünmelisiniz. Eğer inandığınız her şey, inanmanız gerektiği söylenen bir şeyse, bu bir tesadüf olabilir mi? İhtimaller bu durumun tesadüf olmadığını gösteriyor. Muhtemelen sadece size söyleneni düşünüyorsunuz.

Bir diğer ihtimal, her soruyu kendi başına düşünüp şimdi doğru kabul edilen aynı yanıtlara ulaşmanız olacaktı. Ancak bu pek mümkün görünmüyor, çünkü aynı hataları da yapmanız gerekiyor. Bildiğiniz gibi, haritacılar kopyalandıklarını anlamak için kasıtlı olarak haritalarına hafif hatalar koyarlar. Eğer başka bir haritada aynı hata varsa, bu çok ikna edici bir kanıt olur.

Tarih boyunca olduğu gibi, ahlaki haritamızın da muhtemelen birkaç yanılgısı vardır. Ve bu yanılgıları tekrarlayanlar, büyük ihtimalle bunu tesadüfen yapmamıştır. Bu, 1972'de birinin kendi başına çan paça kotların iyi bir fikir olduğuna karar verdiğini iddia etmesi gibi bir durum olurdu.

Şimdi inanmanız gerektiği söylenen her şeye inanıyorsanız, İç Savaş öncesi Güney Amerika'daki plantasyon sahipleri arasında veya 1930'ların Almanyası'nda veya hatta 1200'lerdeki Moğollar arasında büyümüş olsaydınız, orada da inanmanız gereken her şeye inanmaz mıydınız? Büyük ihtimalle öyle olurdu.

""Eski zamanlarda, 'iyi uyum sağlamış' gibi deyimler kullanılırdı. O zamanlar, yüksek sesle söylemeye cesaret edemediğin şeyleri düşünüyorsan, seninle bir problem olduğu düşünülürdü. Bence bu anlayış tamamen yanlış. Kesinlikle, yüksek sesle söylemeye cesaret edemediğin şeyleri düşünmüyorsan, işte o zaman seninle bir sorun var demektir.

**Sorun**

Neleri söyleyemeyiz? Bu fikirleri bulmanın bir yolu, insanların ne söylediğine ve hangi durumlarda başının belaya girdiğine bakmaktır. [2]

Tabii ki, sadece söyleyemeyeceğimiz şeyleri değil, aynı zamanda gerçek olabilecek veya en azından gerçek olma ihtimali yüksek olan şeyleri arıyoruz.Bazen, söylediklerimiz başımıza dert açabilir. Ama bu, sadece yanlış bilgi veya mantıksız bir ifadeyle sınırlı değil. İnsanları en çok öfkelendiren ifadeler genellikle, insanların inanmış olabileceğinden endişe ettikleri ifadelerdir. 

Örneğin, 2 + 2'nin 5 olduğunu söylemek veya Pittsburgh'da yaşayan insanların on metre boyunda olduğunu iddia etmek, genellikle sadece gülünç bir espri olarak algılanır. Ama eğer biri, örneğin, bir topluluğun tüm üyelerini aşağılamak veya bir etnik grubu suçlamak gibi bir şey söylerse, bu durumda işler değişir. Bu tür ifadeler, hakaret içerdiği veya yanlış bilgi barındırdığı için öfke ve tepki toplar.

**Galileo ve Kilise**

Bu durumu daha iyi anlamak için, Galileo'nun hikayesine bir göz atalım. Eğer Galileo, Padua'daki insanların on metre boyunda olduğunu söyleseydi, herkes onun zararsız bir tuhaf olduğunu düşünürdü. Ama o, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü söylediğinde, işler tamamen değişti. Kilise, bu söylemin insanların aklında soru işaretleri oluşturacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden, onu susturmak için her türlü yolu denediler.

Geçmişe baktığımızda, bu kuralın genellikle işe yaradığını görüyoruz. Bir zamanlar insanları başları belaya sokan birçok ifade, şimdi oldukça zararsız gibi görünüyor. Bu yüzden, gelecekteki ziyaretçilerin, bugün insanların başını belaya sokan ifadelerden en az birkaçını onaylayacaklarını düşünmek mantıklı. Acaba bizim hiç mi Galileo'larımız yok? Olmaması pek de olası görünmüyor.

Onları bulmak için, insanların başını belaya sokan görüşleri takip edin ve ""Acaba bu doğru olabilir mi?"" diye kendinize sorun. Tamam, belki bu görüş aforoz edilmiş (veya modern eşdeğeri) olabilir, ama aynı zamanda doğru olabilir mi?

**Heresy**

Ancak bu yöntemle tüm cevapları bulamayız. Peki ya hiç kimsenin belirli bir fikir yüzünden daha önce başı belaya girmediyse ne olacak? Ya da bir fikir öylesine büyük bir tartışma yaratacak ki kimse onu kamuya açıklamaya cesaret edemez mi? Peki ya bu tür fikirleri nasıl keşfederiz?

Bir diğer yaklaşım ise, ""sapkınlık"" kelimesinin peşinden gitmektir. Tarihin her döneminde, bir ifadenin gerçekten doğru olup olmadığını sorgulamadan önce onu durdurmak için damgalar vurulmuştur. ""Küfür"", ""kutsal hakaret"" ve ""sapkınlık"" Batı tarihinde uzun bir süre boyunca bu tür damgalardı, tıpkı daha yeni zamanlarda ""edepsiz"", ""uygunsuz"" ve ""Amerikan karşıtı"" ifadelerinin kullanılması gibi. Bu damgalar zamanla etkisini yitirdi, her zaman olduğu gibi. Şimdi genellikle ironik bir şekilde kullanılıyorlar. Ama kendi zamanlarında, bu etiketlerin ciddi bir etkisi vardı.

Örneğin, ""pesimist"" kelimesinin bugün özel bir siyasi çağrışımı yok. Fakat 1917'de Almanya'da, Ludendorff onu bir silah gibi kullanıyordu; barış görüşmeleri yapılmasını isteyenleri saf dışı bırakmak için. II. Dünya Savaşı'nın başında, Churchill ve yandaşları bu kelimeyi bolca kullanarak rakiplerini susturuyordu. 1940'ta, Churchill'in saldırgan politikasına karşı çıkan her fikir ""pesimist"" damgası yiyordu. Doğru muydu, yanlış mıydı? Aslında, kimse o noktaya kadar bile gelememişti bu soruyu sormak için.

Elbette bugün bu tür etiketlerden çokça var, her yerde karşımıza çıkan ""uygunsuz""dan korkutan ""bölücü""ye kadar bir sürü. Herhangi bir dönemde, hangi etiketlerin kullanıldığını anlamanın yolu, insanların kendileriyle aynı fikirde olmayanlara hangi etiketleri yapıştırdığına bakmaktan geçer. Eğer bir politikacı rakibinin hata yaptığını belirtiyorsa, bu düz bir eleştiri olabilir. Fakat eğer bir ifadenin yanlış olduğunu savunmak yerine ona ""bölücü"" ya da ""ırkçı"" gibi etiketler yapıştırıyorsa, işte o zaman dikkat kesilip ne söylediğine daha yakından bakmalıyız.

Gelecek nesillerin hangi tabularımızla alay edeceğini anlamak için, etiketlere başvurabiliriz. Örneğin, ""cinsiyetçi"" etiketi alıp bu etiketle anılacak fikirleri düşünün. Sonra her bir fikir için kendinize sorun, acaba bu doğru olabilir mi?

Rastgele fikirler mi sıralayın? Evet, çünkü aslında onlar rastgele olmayacak. İlk aklınıza gelenler genellikle en mantıklı olanlar olacak.Bu konuda biraz derinlere dalmaya hazır mısınız? Çünkü bazen fark ettiğimiz, ancak üzerinde pek düşünme fırsatı bulamadığımız şeyler, aslında en ilginç olanlardır.

1989 yılında, bazı zeki araştırmacılar, radyologların akciğer kanseri belirtilerini ararken göz hareketlerini incelemeye karar verdiler. Ve buldukları şey oldukça şaşırtıcıydı. Radyologlar, bir kanser lezyonunu gözden kaçırsalar bile, gözlerinin genellikle bu lezyonun üzerinde durduğunu tespit ettiler. Yani, beyinlerinin bir kısmı orada bir şey olduğunu anlamıştı, ancak bu bilgi tam anlamıyla bilinç düzeyine ulaşmamıştı. Bu durum, birçok ilginç ve alışılmadık düşüncenin aslında zaten zihnimizde oluşmuş olduğu fikrini doğuruyor. Eğer kendimizi sürekli sansürlemeyi bir süreliğine durdurabilirsek, ortaya çıkan ilk düşüncelerimiz bu tür düşünceler olabilir.

**Zaman ve Mekan**

Geleceği görebilseydik, hangi tabularımıza güleceklerini kesinlikle bilebilirdik. Ama neyse ki, neredeyse aynı etkiyi yaratan bir şey yapabiliriz: geçmişe bakabiliriz. Neyi yanlış yaptığımızı anlamak için, bir zamanlar kabul edilebilir olan ancak şimdi düşünülemez olan şeylere bakmak oldukça aydınlatıcı olabilir.

Geçmişle günümüz arasındaki değişiklikler bazen gerçekten de ilerlemeyi temsil eder. Fizik gibi bir alanda, eğer geçmiş nesillerle fikir ayrılığına düşüyorsak, genellikle bunun sebebi bizim doğruyu onların ise yanlışı savunuyor olmamızdır. Ancak, somut bilimlerin kesinliklerinden uzaklaştıkça bu durum hızla değişir. Toplumsal konulara geldiğimizde, birçok değişiklik aslında sadece moda akımlarının bir yansımasıdır. Rıza yaşı, etek boyları gibi moda trendleriyle birlikte dalgalanır.

Kendimizi geçmiş nesillere göre çok daha akıllı ve ahlaklı olarak düşünebiliriz. Ancak tarih okudukça, bunun pek de doğru olmadığını anlarız. Geçmişte yaşayan insanlar bizimle çok benzerdi. Ne kahramanlar, ne de barbarlar. Fikirlerine bakıldığında, bunların makul ve inanılabilir düşünceler olduğunu görürüz.

İşte başka bir ilginç sapkınlıklar kaynağı daha. Mevcut fikirleri, geçmişin çeşitli kültürlerindeki düşüncelerle karşılaştırın ve ne elde edeceğinizi görün. [4] Bazıları şimdiki standartlara göre şok edici olabilir. Peki, ama hangileri aynı zamanda gerçek olabilir?

Geçmişe bakmak zorunda değilsiniz, büyük farklılıkları bulmak için. Bugün bile, farklı toplumların neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair fikirleri oldukça çeşitlilik gösteriyor. Bu yüzden başka kültürlerin düşüncelerini de kendi düşüncelerimizle karşılaştırmayı deneyebilirsiniz. (Bunun en iyi yolu onları ziyaret etmektir.) Eğer bir fikir, çoğu zaman ve yerde zararsız kabul edilirken bizim toplumumuzda tabu ise, bu bizim bir yanılgımız olabilir.

Örneğin, politik doğruluk anlayışının 1990'ların başında zirveye ulaştığı bir dönemde, Harvard, fakülte ve personeline, bir meslektaşın ya da öğrencinin kıyafetlerini övmenin uygun olmadığını belirten bir broşür dağıttı. Artık ""güzel gömlek"" demek yok. Dünya kültürlerinde, geçmişte ya da şimdiki zamanlarda, bu prensip oldukça nadirdir. İnsanların kıyafetlerini övmenin saygısızlık olarak kabul edildiği yerlerden daha çok, bu tür bir iltifatın özellikle nezaket olarak kabul edildiği yerler olduğunu düşünüyorum. Büyük olasılıkla, bu, zaman makinesini 1992 Massachusetts, Cambridge'e ayarlayan bir gelecek ziyaretçisinin dikkat etmesi gereken tabuların hafif bir örneği olabilir. [5]

**Prigs**

Tabii ki, eğer gelecekte zaman makineleri varsa, büyük ihtimalle Cambridge için ayrı bir referans kitabı olacak. Bu yer her zaman mükemmeliyetçilikle anılmış bir yerdir, 'ı'larının üstüne nokta koyan ve 't'lerini çizen insanların şehri. Burada hem grameriniz hem de fikirleriniz aynı sohbette düzeltilebilir. Ve bu da tabuları bulmanın başka bir yolunu gösteriyor. Titriz insanları bulun ve kafalarının içinde neler olduğuna bakın.

Çocukların kafaları, tüm tabularımızın birer muhafaza yeri gibidir. Çocukların düşüncelerinin parlak ve temiz olması bize oldukça uygun görünür. Ancak, çocuklar da tabularla büyürler ve bu düşünceleri yavaş yavaş kaybederler. Bu nedenle, çocuklarımızın düşüncelerini korumak ve onlara yeni fikirlerin kapılarını açmak önemlidir. Çünkü belki de, onların düşünceleri, gelecekteki en ilginç ve yenilikçi fikirlerin tohumları olabilir.Biz yetişkinler, çocuklara dünyayı nasıl göstermeliyiz? Bu konu hakkında düşünmeye ne dersiniz? Çünkü aslında, çocuklara sunduğumuz dünya görüşü, sadece onların gelişen beyinlerine uyacak şekilde basitleştirilmiş değil, aynı zamanda çocukların nasıl düşünmesi gerektiği konusundaki kendi düşüncelerimize uyması için de temizlenmiş, sterilize edilmiştir.

Küfürler konusunda küçük bir örnek üzerinden bu durumu görebiliriz. Birçok arkadaşım son zamanlarda çocuk sahibi oluyor ve ""siktir"" ya da ""bok"" gibi kelimeleri çocuklarının duymaması için kullanmamaya çalışıyorlar. Ancak bu kelimeler dilimizin bir parçası ve yetişkinler sürekli olarak kullanıyor. Yani ebeveynler, bu kelimeleri kullanmamakla çocuklarına dil hakkında yanıltıcı bir bilgi vermiş oluyorlar. Peki neden bunu yapıyorlar? Çünkü çocukların tüm dili kullanmalarının doğru olmayacağını düşünüyorlar. Çocukların masum görünmesini seviyoruz.

Çoğu yetişkin, çocuklara dünyayı yanıltıcı bir şekilde göstermeyi tercih eder. En bariz örneklerden biri de Noel Baba. Küçük çocukların Noel Baba'ya inanmalarını hepimiz çok tatlı buluruz. Hatta ben bile küçük çocukların Noel Baba'ya inanmasını çok sevimli buluyorum. Fakat bir yandan da düşünmeden edemiyorum, acaba bu tür şeyleri çocuklara kendi iyilikleri için mi söylüyoruz, yoksa kendi keyfimiz için mi?

Burada bu fikrin doğruluğu veya yanlışlığı hakkında bir tartışma yapmıyorum. Ebeveynlerin çocuklarının zihinlerini sevimli bebek kıyafetleri gibi süslemek istemesi doğal bir durum. Ben de kendimi bu durumda bulabilirim. Ancak burada önemli olan, sonuç olarak, iyi bir eğitim almış bir genç çocuğun beyninin, tüm tabularımızın neredeyse tamamen toplandığı ve henüz saf olduğu gerçeğidir, çünkü onlar henüz deneyimlerle bozulmamışlardır. Sonradan gülünç olduğunu anlayacağımız ne varsa, büyük ihtimalle o beyinlerin içindedir.

Peki bu fikirlere nasıl ulaşabiliriz? Şöyle bir düşünce deneyi yaparak. Şöyle birini hayal edin; modern zamanların Conrad'ı. Bir süre Afrika'da paralı asker, bir süre Nepal'da doktor ve bir süre Miami'de bir gece kulübünün yöneticisi olarak çalışmış. Özel ayrıntılar çok önemli değil, sadece hayatında çok şey deneyimlemiş birisini düşünün. Şimdi, bu adamın kafasının içindekileri, banliyölerde yaşayan, sakin ve saygılı bir şekilde büyütülmüş on altı yaşındaki bir genç kızın düşünceleriyle karşılaştırın. Acaba onu hangi düşünceleri şoke eder? O, dünyayı tanır; genç kız ise mevcut tabuları bilir ya da en azından onları somutlaştırır. Birinin düşüncelerini diğerinden çıkarın ve sonuç, dile getiremediğimiz şeyler olacaktır.

**Mekanizma**

Ne söyleyemeyeceğimizi anlamanın bir diğer yolu daha var: Tabuların nasıl ortaya çıktığına bakmak. Ahlaki modalar nasıl doğuyor ve neden hızla benimseniyor? Eğer bu mekanizmayı anlayabilirsek, belki de kendi zamanımızda bu işleyişi daha net görebiliriz.

Ahlaki modaların, sıradan modaların oluştuğu şekilde oluşmadığını görüyoruz. Normal modalar genellikle, herkesin belirli bir kişinin hevesini taklit etmesiyle tesadüfen ortaya çıkar. Örneğin, 15. yüzyıl sonunda Avrupa'da geniş burunlu ayakkabı modası, Fransa Kralı VIII. Charles'ın bir ayağının altı parmağı olduğu için başladı. Gary isminin popüler olması, aktör Frank Cooper'ın Indiana'daki sert bir fabrika kasabasının adını almasıyla başladı. Ancak ahlaki modalar genellikle daha bilinçli bir şekilde oluşturuluyor gibi görünüyor. Eğer söyleyemediğimiz bir şey varsa, genellikle bir grup insanın bunu dile getirmemizi istememesi yüzündendir.

Yasaklar, grup en çok gergin olduğu zamanlarda en güçlüdür. Galileo'nun durumunun ironisi, Copernicus'un fikirlerini tekrarladığı için başının belaya girmiş olmasıdır. Copernicus'un kendisi hiç sorun yaşamamıştı. Hatta Copernicus, bir katedralin papazıydı ve kitabını Papa'ya adamıştı. Ama Galileo'nun dönemine geldiğimizde, kilise Karşı-Reformasyon'un karmaşasında boğuşuyordu ve alışılmadık fikirlere karşı çok daha tedirgindi.

Bir tabuyu yürürlüğe koyabilmek için, bir grubun zayıflık ve güç arasında bir denge kurmuş olması gerekir. Kendine güvenen bir grup, kendisini korumak için tabulara ihtiyaç duymaz.Bugün, biraz farklı bir konuya değinmek istiyorum: tabular. Evet, tabular hakkında konuşuyoruz. Amerikalılar veya İngilizler hakkında küçümser yorumlar yapmanın yanlış olduğunu düşünüyoruz, ancak bir tabuyu uygulayabilmek için bir grubun yeterli güce sahip olması gerektiğini de biliyoruz. Şu an itibariyle, dışkı fetişi olan kişilerin (koprofiller), ilgi alanlarının bir yaşam tarzı haline gelmesi için yeterince sayıda veya enerjik olmadıklarını görüyorum. 

Bence, en büyük ahlaki tabuların kaynağı genellikle bir tarafın sadece zar zor üstün olduğu güç mücadeleleri olacak. İşte burası, tabuları uygulayacak kadar güçlü ama hala onlara ihtiyaç duyacak kadar zayıf bir grubun bulunduğu yerdir.

Birçok mücadele, gerçekten neyle ilgili olursa olsun, genellikle rakip fikirler arasındaki çekişme olarak yansıtılır. İngiliz Reformasyonu aslında zenginlik ve güç savaşıydı, ama sonunda İngilizlerin ruhlarını Roma'nın yozlaştırıcı etkisinden koruma mücadelesi olarak görüldü. İnsanları bir fikir için savaşmaya ikna etmek daha kolay oluyor. Ve hangi taraf kazanırsa, onların fikirlerinin de zafer kazandığı varsayılır. Sanki Tanrı, onayını belirtmek için o tarafı galip ilan etmek istemiş gibi.

Genellikle II. Dünya Savaşı'nı, özgürlüğün totaliterizmi alt ettiği bir zafer olarak görürüz. Ancak rahatlıkla göz ardı ettiğimiz bir gerçek var: Sovyetler Birliği de savaşın galip taraflarından biriydi.

Mücadelelerin asla fikirler üzerine olmadığını iddia etmiyorum. Sadece, ister öyle olsunlar ister olmasınlar, her zaman fikirler üzerineymiş gibi lanse edileceklerini söylüyorum. Ve tıpkı en son terk edilen modanın ne kadar demode olduğu gibi, en son yenilgiye uğrayan rakibin ilkeleri de o kadar yanlış kabul edilir. Temsilci sanat, hem Hitler hem de Stalin'in onayını aldığı için hala toparlanmaya çalışıyor.

Ahlaki modalar genellikle giysi modalarından farklı kaynaklardan ortaya çıksa da, benimsenme mekanizmaları oldukça benzer görünüyor. Modayı erken benimseyenler genellikle hırslı, bilinçli olarak 'havalı' olmayı hedefleyen ve kendilerini diğerlerinden ayırmak isteyen kişiler oluyor. Moda yaygınlaştıkça, bu kez korku tarafından yönlendirilen, çok daha büyük bir grup insan da moda olanı benimsemeye başlıyor. Bu ikinci grup, öne çıkmak istedikleri için değil, aksine öne çıkmaktan korktukları için modayı benimserler.

Eğer ne söyleyemeyeceğimizi anlamak istiyorsanız, moda dünyasının işleyişine bakın ve neyin söylenemez hale geleceğini tahmin etmeye çalışın. Hangi gruplar güçlü ama bir o kadar da endişeli? Hangi fikirleri bastırmak istiyorlar? Son zamanlarda hangi çatışmanın kaybeden tarafında yer aldıklarında hangi düşünceleri itibar kaybetti? Bilinçli bir şekilde 'cool' olduğunu düşünen bir kişi, kendisini önceki modaların (örneğin ebeveynlerinin düşüncelerinin) karşısına koymak isterse, hangi düşüncelerini reddeder? Geleneksel düşüncelere sahip olan insanlar ne demekten çekinirler?

Bu teknikle söyleyemediğimiz her şeyi bulamayabiliriz. Son zamanlardaki bir mücadele sonucu olmayan bazı tabuları aklıma getirebilirim. Birçok tabumuzun kökleri çok eskiye dayanıyor. Ancak bu yaklaşımı, önceki dört adımla birleştirdiğimizde, düşünülmesi zor birçok fikri bulabiliriz.

**Neden**

Kimileri, ""Bunun nedeni ne ki?"" diye sorabilir. Neden bilerek ve isteyerek tatsız, itibarsız düşünceler arasında dolaşasın ki? Neden taşların altına bakasın ki?

Bunu yapmamın ilk sebebi, çocukken taşların altına neden baktığım ile aynı: saf merak. Ve özellikle yasak olan her şeye karşı ayrı bir merakım var. Bırakın, kendim göreyim ve karar vereyim.

İkincisi, yanılmak hoşuma gitmiyor. Eğer biz de, tıpkı diğer dönemler gibi, sonra bize saçma gelecek şeylere inanıyorsak, ben bunların ne olduğunu bilmek isterim ki en azından ben bu hataya düşmeyeyim.

Üçüncü olarak, bunu beyin sağlığı için yapıyorum. İyi bir iş başarabilmek için her yere gitmekten çekinmeyen bir beyne ihtiyacınız var. Ve özellikle, alışılmadık yerlere gitme alışkanlığına sahip bir beyne...

Harika işler genellikle başkalarının göz ardı ettiği fikirlerden doğar ve en çok gözden kaçan fikirler genellikle düşünülmesi en zor olanlardır. Bu yüzden, tabuları kırmaya ve düşünmeye devam edelim!Bilim dünyasında, özellikle de doğal seleksiyon gibi konuları düşündüğümüzde, bazen neden daha önce hiç kimsenin bu konuyu düşünmediğini merak ederiz. Cevap aslında oldukça basit: çünkü bu tür düşünceleri ortaya atmak ve kabul ettirmek kolay değil. Hatta Darwin bile, evrim teorisinin sonuçları hakkında dikkatli bir şekilde ilerlemeyi tercih etti. O, zamanını biyoloji üzerine düşünerek geçirmeyi tercih ediyordu, kendisini ateist olmakla suçlayan kişilerle tartışmayı değil.

Bilim dünyasında, özellikle de teorileri sorgulamak, geleneksel bilgeliğin çatlak gösterdiği yerleri bulmak ve bu çatlakları aralamak, altında ne olduğunu görmeye çalışmak büyük bir avantajdır. Yani, yeni teoriler genellikle bu çatlaklardan doğar.

Başka bir deyişle, iyi bir bilim insanı, genel kabulleri sadece görmezden gelmez, onları yıkmak için ekstra çaba harcar. Bilim insanları, başları belaya girecek yerleri ararlar. Her bilim insanının bu şekilde davranması gerekir, ama bilim insanları taşların altına bakmaya daha hevesli gibi görünürler.

Ama neden? Belki de bilim insanları sadece daha zekidir; çoğu fizikçi gerektiğinde Fransız edebiyatı doktorası yapabilir ama Fransız edebiyatı profesörlerinin çoğu bir fizik doktorasını başaramaz. Belki de bilimlerde teorilerin doğru mu yanlış mı olduğunu belirlemek daha kolaydır ve bu, bilim insanlarını daha cesur kılar. 

Her ne sebep olursa olsun, zeka ile şaşırtıcı fikirlere açıklık arasında belirgin bir ilişki var gibi görünüyor. Bu durum, sadece zeki insanların geleneksel düşünceleri sorgulamak için çaba sarf etmeleri sebebiyle değil. Bence, bu tür gelenekler zaten zeki insanları baştan itibaren daha az etkiliyor. Bunu, giyim tarzlarına bakarak bile görebilirsiniz.

Bilimlerde olduğu gibi, rekabetçi herhangi bir alanda da, diğerlerinin cesaret edemediği şeyleri görmekle büyük bir başarı elde edebilirsiniz. Ve her alanda, birçoğunun söylemeye cesaret edemediği belirli tabular muhtemelen vardır. 

Düşünülmesi zor düşüncelere kendinizi alıştırmak, düşüncelerin kendisi dışında da avantajlar sağlar. Bu, bir çeşit esneme hareketine benzer. Koşuya başlamadan önce esnediğinizde, vücudunuzu koşu sırasında alacağından çok daha aşırı pozisyonlara sokarsınız. Eğer kutunun dışına o kadar çıkan düşünceler üretebilirseniz ki, insanların tüylerini ürpertir, o zaman insanların yenilikçi olarak nitelendirdiği kutunun dışına yapılan küçük yolculuklar sizin için hiç zor olmayacaktır.

**_Pensieri Stretti_**

Söyleyemeyeceğiniz bir şey bulduğunuzda ne yaparsınız? Benim tavsiyem, sakın ha söylemeyin. Ya da en azından, savaşacağınız konuları iyi seçin.

Bir düşünün, gelecekte sarı rengi yasaklama hareketi başlamış. Herhangi bir şeyi sarıya boyamak isteyenler ve sarı rengi sevenler 'sarısever' olarak damgalanıyor. Turuncu severler hoş görülürken, bir nebze de kuşkuyla karşılanıyorlar. Diyelim ki siz sarının yanlış bir şey olmadığını fark ettiniz. Eğer bunu dillendirirseniz, siz de bir 'sarısever' olarak yaftalanırsınız ve kendinizi sürekli sarıya karşı olanlarla tartışırken bulursunuz. Eğer amacınız sarı rengin itibarını kurtarmaksa, belki de bu durum tam istediğiniz gibidir. Ancak eğer ilginiz başka alanlarda yoğunlaşıyorsa, bir 'sarısever' olarak etiketlenmek sadece sizi oyalayacaktır.Unutmayın, aptallarla tartışmak sizi de aptallaştırır. Bu yüzden bazen düşüncelerinizi kendinize saklamak en iyisidir. Her ne kadar bazen içimizden ""Bu konuda ne düşünüyorsun?"" diye sormak gelse de, bazen sessiz kalmak daha akıllıcadır. 

Düşüncelerinizin özgürce dolaşabileceği bir zihin dünyasına sahip olmak önemlidir. Ben kendi kafamın içinde, aklıma gelen en uçuk düşünceleri bile beslerim. Ancak, bu düşünceleri dışarıya çıkarmak, bir gizli kulüpte olduğu gibi, kafanızın içinde olup bitenleri dışarıyla paylaşmak anlamına gelmez. Dövüş Kulübü'nün ilk kuralını hatırlayın: Dövüş Kulübü hakkında konuşmayın.

Milton, 1630'larda İtalya'ya gitmeye karar verdiğinde, Venedik'te elçilik yapmış olan Sir Henry Wootton ona bir motto önermişti: _""i pensieri stretti & il viso sciolto.""_ Yani 'düşüncelerini kendine sakla, yüzün ise her zaman açık olsun'. Bu, o dönemler için oldukça akıllıca bir tavsiyeydi. Ancak bence, Milton'ın durumuyla bizimkisi arasındaki fark sadece bir derece meselesi. Her dönemin kendi yasakları vardır ve bunlara karşı çıktığınızda, eğer hapse atılmazsanız bile, başınıza öyle bir bela gelir ki bu durum tamamen dikkatinizi dağıtır.

Sessiz kalmak biraz korkakça görünebilir, kabul ediyorum. Ancak, her şeyi söyleyemeyeceğiniz o kadar çok durum vardır ki. Eğer hepsini dile getirirsen, gerçek işinle ilgilenmeye zamanın kalmaz. Sonuçta, hepimiz Noam Chomsky kadar çok konuşamayız.

Fakat düşüncelerinizi kendinize sakladığınızda, tartışmanın getirdiği avantajlardan yoksun kalıyorsunuz. Bir fikir üzerine konuşmak, daha fazla fikir üretmenize yol açar. Dolayısıyla, eğer başarabilirseniz, en iyi yol, açıkça konuşabileceğiniz birkaç yakın dostunuzun olmasıdır. Bu sadece fikirleri geliştirmek için değil, aynı zamanda arkadaş seçerken de iyi bir kuraldır. Siz heretik bir şeyler söylediğinizde üstünüze gelmeyen insanlar, genellikle tanımaktan zevk alacağınız en ilginç kişilerdir.

**_Viso Sciolto? _**

""Bence _viso sciolto_'ya pek ihtiyacımız yok, _pensieri stretti_ daha önemli. En iyi yol belki de, her ne kadar fanatiklikle karşı karşıya kalsanız da bununla aynı fikirde olmadığınızı belirtmek, fakat neye karşı olduğunuz konusunda fazla belirgin olmamak. Fanatikler sizi konuşmaya çekmeye çalışacaklar, fakat siz onlara cevap vermek zorunda değilsiniz. Eğer ""Bizimle misin yoksa bize karşı mı?"" diye sorsalar bile, her zaman ""hiçbiri"" diyebilirsiniz.

Daha da iyisi, ""Henüz karar vermedim"" şeklinde cevap verin. Larry Summers, bir grup onu bu pozisyonda görmek istediğinde bunu yaptı. Kendisini daha sonra açıklarken, ""Ben litmus testi yapmam"" demişti. [16] İnsanların çok fazla önem verdiği birçok soru aslında oldukça karmaşıktır. Cevabı hızlıca bulmak için bir ödül yok.

Eğer anti-sarıcıların kontrolü kaybetmeye başladığını düşünüyor ve mücadele etmek istiyorsanız, kendinizi sarıcı olarak suçlatmadan bunu yapabileceğiniz yollar mevcuttur. Eski bir ordudaki hafif piyade birlikleri gibi, düşmanın ana kuvvetleriyle doğrudan çatışmaktan kaçınmak istersiniz. Onları uzaktan ok yağmuruyla taciz etmek daha iyidir.

Bunu yapmanın bir yolu, tartışmayı bir üst seviyeye, daha genel bir düzeye çekmektir. Genel olarak sansüre karşı çıktığınızda, birisi sansürlemeye çalıştığı kitap veya filmdeki belirli bir sapkınlıkla suçlanma riskini azaltırsınız. Meta-etiketlerle, yani etiketlerin tartışmayı engelleme amaçlı kullanımına işaret eden etiketlerle, etiket saldırısında bulunabilirsiniz.""Politik doğruculuk"" terimi, aslında politik doğruculuğun sonunun başlangıcıydı. Bu terim, bireylerin genel bir fenomeni eleştirmesine olanak sağladı, özel bir sapkınlıkla suçlanmaktan kaçınarak.

Bazen, karşı saldırıyı metaforlarla yapmak en etkili yoldur. Arthur Miller, Amerikan-Amerikan Olmayan Faaliyetler Komitesi'ne karşı ""The Crucible"" adlı bir oyun yazarak bunu başardı. Hiçbir zaman doğrudan Komite'ye atıfta bulunmadı, böylece onlara yanıt verme şansı vermedi. HUAC ne yapabilirdi, Salem Cadı Mahkemeleri'ni mi savunmalıydı? Ancak Miller'ın metaforu bugüne dek öylesine yer etti ki, komitenin faaliyetleri genellikle ""cadı avı"" olarak tanımlanıyor.

Bazen, en iyi silah mizah olabilir. Fanatikler genellikle mizah anlayışından yoksundur, bu yüzden mizah onları rahatsız eder. Mizah, paten pistinde bir atlı şövalye kadar onları rahatsız eder. Örneğin, Viktorya dönemi tutuculuğu, genellikle onunla alay ederek yenildi. Politik doğruculuk da aynı şekilde ele alındı. Arthur Miller, ""Cadı Kazanı'nı yazmayı başardığım için sevinçliyim,"" demiştir, ""ancak geriye dönüp baktığımda, durumun hak ettiği absürt bir komedi yazabilecek bir mizaca sahip olmayı diledim.""

**ABQ**

Bir Hollandalı arkadaşım, hoşgörülü bir toplum örneği olarak Hollanda'yı gösterdi. Gerçekten de Hollanda'nın açık fikirli olma geleneği uzun yıllara dayanıyor. Yüzyıllardır, bu düz ülkeler, başka yerlerde söyleyemeyeceğin şeyleri ifade etmek için ideal yer olmuştur. Bu durum, bölgenin bilim ve endüstri merkezi haline gelmesine yardımcı oldu (ki bu iki alanın birbirine bağlı olduğunu çoğu kişi anlamaktan daha uzun süre önce vardı). Descartes'ı Fransızlar sahiplense de, onun çoğu düşüncesi Hollanda'da şekillendi.

Ama yine de içimden bir ses merak ediyor. Hollandalılar sanki başlarına kadar kurallar ve düzenlemelerle dolu bir hayat yaşıyorlar. Orada yapamayacağınız o kadar çok şey var ki; acaba gerçekten söyleyemeyeceğiniz hiçbir şey yok mu?

Elbette, açık fikirli olmayı değerli bulmaları hiçbir garanti sunmaz. Kendini açık fikirli olmayan kim olarak görür ki? Şehir dışından gelmiş masum bir genç kız bile kendisinin açık fikirli olduğunu düşünür. Sonuçta ona öyle öğretmediler mi? Herkese sorarsanız, hepsi aynı şeyi söyler: kendilerince oldukça açık fikirliler, ama gerçekten yanlış olan şeylerde bir çizgi çekerler. (Bazı topluluklar ""yanlış"" kelimesini yargılayıcı bulabilir ve onun yerine daha tarafsız bir ifade olan ""olumsuz"" veya ""yıkıcı"" gibi ifadeleri tercih edebilirler.)

Matematikte kötü olan insanlar bunun farkındadır çünkü testlerde hatalı sonuçlar alırlar. Ancak açık fikirlilik konusunda yeteneksiz olanlar genellikle bunun bilincinde değillerdir. Hatta çoğu zaman tam tersini düşünürler. Unutmayın, modanın doğası gereği, moda görünmezdir. Aksi halde işe yaramazdı. Moda, onun etkisi altında olan birine moda olarak görünmez. Sadece doğru olanı yapmak gibi görünür. Ancak biraz mesafeden baktığımızda, insanların doğru olduğunu düşündükleri şeylerin nasıl değiştiğini görürüz ve bunları modalar olarak tanımlarız.

Zaman bize bu uzaklık hissini bedavaya sağlar. Hatta yeni trendlerin ortaya çıkması, eski trendlerin ne kadar komik olduğunu fark etmemizi sağlar, çünkü onlarla kıyaslandığında gerçekten çok gülünç görünürler. Bir sarkacın bir ucundan bakıldığında, diğer uç belirgin bir şekilde çok daha uzakta gibi görünür.

Kendi zamanınızda moda akımlarını görmek için bilinçli bir çaba gerektirir. Zaman, size doğal bir mesafe sunmazken, bu mesafeyi kendiniz yaratmalısınız. Kalabalığın içinde kaybolmak yerine, olabildiğince uzağında durun ve ne yaptığına dikkatlice bakın. Özellikle, bir fikir bastırıldığında çok daha yakından bakın. Çocuklar ve çalışanlar için web filtreleri genellikle pornografi, şiddet ve nefret söylemi içeren siteleri yasaklar. Pornografi ve şiddet ne anlama gelir? Ve tam olarak ""nefret söylemi"" ne demek?Bu, sanki Orwell'ın _1984_ romanından alınmış bir ifade gibi, değil mi? ""x-ist"" veya ""y-ic"" olarak etiketlenen bir ifade duyduğunuzda, nedenini sorgulamak önemlidir. Bu tür etiketler genellikle en büyük dışsal ipuçlarıdır. Eğer bir ifade yanlışsa, hakkında söylenebilecek en kötü şey budur. Onun sapkın olduğunu söylemenize gerek yok. Eğer yanlış değilse, bastırılmamalı. 

Kendinizi bu tür etiketleri kullanırken bulursanız, bir adım geri çekilip düşünmek önemlidir. Sadece kalabalığı uzaktan izlemeyi öğrenmek yeterli değil. Kendi düşüncelerinizi de aynı şekilde uzaktan gözlemleyebilmelisiniz. Bu, çocuklarla yetişkinler arasındaki temel farktır. Çocuk yorgun olduğu için sinirlendiğinde, ne olduğunu kavrayamaz. Yetişkin ise durumu biraz uzaktan bakarak ""boşver, ben sadece yorgunum"" diyebilir. Aynı süreç ile, neden ahlaki trendlerin etkilerini tanımak ve göz ardı etmeyi öğrenemeyelim ki?

Açıkça düşünebilmek için bir adım daha atmaya ihtiyacınız var. Ancak bu daha zor, çünkü artık toplumun kurallarına karşı, onlarla birlikte değil. Herkes sizi, kendi kötü modunuzu göz ardı edebilecek olgunluğa ulaşmak için teşvik eder. Ancak toplumun genelindeki olumsuz havayı göz ardı edebilecek kadar ilerlemeyi teşvik eden pek az kişi vardır.

Suyun içindeyken dalgayı nasıl görebilirsin ki? Her zaman sorgulamakta ol. Bu, tek savunma hattın. Ne söyleyemiyorsun? Ve nedenini hiç düşündün mü?

**Notlar**

**Özel Teşekkürler**: Bu yazının taslağını okuyup yorumlarını paylaşan Sarah Harlin, Trevor Blackwell, Jessica Livingston, Robert Morris, Eric Raymond ve Bob van der Zwaan'a teşekkürlerimi sunarım. Aynı zamanda 'sapkınlık' üzerine yaptığımız sohbetler için Lisa Randall, Jackie McDonough, Ryan Stanley ve Joel Rainey'ye de minnettarım. Tabii ki burada ifade edilen yorumlar tamamen bana aittir ve özellikle ifade edilmeyen görüşlerden onlar kesinlikle sorumlu tutulamaz.""""

---

İlişkili Konseptler: toplumda tabular, ahlaki modalar, sapkın düşünceler, toplumsal normların sorgulanması, ifade özgürlüğü, öz-sansür, toplumsal uyum, sessizliğin gücü, açık fikirlilik, toplumsal baskı, kültürel kısıtlamalar, toplumsal normların evrimi, geleneksel bilgeliğin sorgulanması, toplumsal düzenlemeler, toplumsal kabul, mizahın toplumsal normlardaki gücü, fikirlerin toplumsal baskısı, toplumsal trendler, toplumsal kabul ve reddetme, toplumsal tabular ve ilerleme, toplumsal tabular ve yenilik, toplumsal tabular ve yaratıcılık, toplumsal tabular ve düşünce özgürlüğü, toplumsal tabular ve entelektüel özgürlük, toplumsal tabular ve eleştirel düşünme."

Subscribe

Listen to Yiğit Konur'un Okuma Listesi using one of many popular podcasting apps or directories.

Spotify Pocket Casts Amazon Music YouTube
← Previous · All Episodes · Next →